26 Şubat 2014 Çarşamba

Yusuf ATILGAN - Anayurt Oteli




İlk basımı 1973 yılında yapılan Anayurt Oteli, sinemaya da aktarılmıştır.

Yusuf ATILGAN, 1921- 1989 yılları arasında yaşamış, Manisa doğumludur. Yazarın diğer eserleri; Aylak Adam, Canistan, Bodur Minareden Öte, Eylemci, çocuklar için ise Ekmek Elden Süt Memeden'dir.

Roman, YKY tarafından yayımlanmış, elimdeki 22. basımı ve 108 sayfa.

Yazarın dili sade, akıcı bir roman.

Anadolu'da tren istasyonu da bulunan küçük bir kasabada Anayurt Oteli'nde katip olarak çalışan Zebercet'in adı gibi davranışları da tuhaf. Otelde ortalıkçı bir kadın da yaşamakta ise de; birbiri ardına aynı şekilde tekrarlanan günler Zebercet'i her geçen gün daha da  yalnızlaştırmaktadır.
Bir gece otelde kalıp giden, adını bile bilmediği bir kadının ardından ise yalnızlık duygusu psikolojik yabancılaşmaya dönüşür ve Zebercet bir cinayet işler.

Zebercet yaşama yeniden dönmeyi başarabilecek mi kitabı okuyanlar öğrenecek-belki de filmi seyredenler!


******


Kitaptan Alıntılar:


İlkokulu bitirdiği yaz sünnet oldu. Gene o yaz anası öldü. ortaokula göndermedi babası; askere gidinceye değin sekiz yıl birlikte çekip çevirdiler oteli. Askerliğini bitirip geldikten iki ay sonra öldü babası; otel başka ellere düşmesin diye onun dönüşünü bekleyip de ölmüştü sanki. Altmış üç yaşındaydı. Bir ilk yaz sabahı yarımay biçimi yüksek masanın arkasındaki koltukta otururken öldü. (s.14 )


Ankara treni geçtikten yarım saat sonra dış kapıyı demirleyip kilitledi. Gecikme üç saat değil iki saatti. Salonun ışıklarını söndürdü; odaya girdi. Salı gecesi menteşeleri yağlamıştı. Dün gece çok az kalmıştı odada; havluya yaklaşırken dönüp çıkmıştı.  Yürüdü; yatağın yanında başucu masasının önünde durdu. O gece şuracıkta yatağın kıyısında oturuyordu kadın: kara kazağı, iri yuvarlaklı gümüş kolyesi. (s.37 )


Masa ara sıra belli belirsiz titriyordu. İpi boynuna geçirdi; düzeltti. Tam o sıra dışarıdan birkaç arabanın korna seslerini duydu; başka araçlar da katıldılar buna; kornalar, tren düdükleri,fabrika düdükleri arasız, kesintisiz ötmeye başladılar. Neydi bu? Kulakları mı uğulduyordu? Yoksa dışarının, başkalarının bir çağrısı mıydı? Yüzünü buruşturdu. Sağdı daha, her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük. (s. 108 )




23 Şubat 2014 Pazar

Hakan BIÇAKCI - Karanlık Oda


''Belki de bu dünya, başka bir dünyanın cehennemidir.''  
A. Huxley  


Daha önce Ekim 2013'te Hakan Bıçakcı' nın ''Apartman Boşluğu'nu'' paylaşmıştım sizlerle.

Hakan BIÇAKCI, 1978 istanbul doğumlu, Bilkent Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu. Öykü ve yazıları çeşitli edebiyat dergileri ve gazetelerde yayımlanmış,  2008'den beri Karakalem Dergisi'nde öyküleri yayımlanmaktadır.

Romanları; Romantik Korku, Rüya Günlüğü, Boş Zaman, Karanlık Oda. Öykü kitapları ise; Bir yaz Gecesi Kabusu, Ben Tek Siz Hepiniz.

Karanlık Oda' nın kahramanı, yalnız yaşayan bir fotoğraf sanatçısı.  Rüyalarla gerçekler, geçmişle bugün arasında yaşarken bir de vücudunun her gün başka yerinde ortaya çıkan esrarengiz ısırık izleri kahramanımızı tam bir kaosa sokuyor.

Hakan Bıçakcı'nın yazdıkları şaşırtıyor, bir o kadar da çevremizde kendi halinde görünen insanların iç dünyalarının nasıl olabileceğini düşündürtüyor.

Kitap, İletişim Yayınlarından yayımlanmış ve 174 sayfa. Okumanızı öneriyorum ama Apartman Boşluğu'nu  Karanlık Oda'dan daha çok beğendiğimi, öncelikle onu okumanızı söylemeden geçemeyeceğim...


******


Kitaptan Alıntılar:


Uyuyakalmıştım. Omzuma batan parmakların düzenli aralıklarla beynime sıçrattığı kanla kendime geldim. Soğuk bir karanlık... Rahatsız bir koltuk... Ağrıyan bir bel... Tutulmuş bir boyun...Kupkuru bir ağız... Sızlayan bir elmacık kemiği... Boğucu bir hava... Telaşla birleşerek içine uyandırıldığım uyduruk an'ı oluşturuverdi. parçalar yanlış noktalardan bağlanmıştı. Hatalı kaynayan kemikler gibi... (s.11 )


Yöneticimiz havalı havalı girdi içeri. Üzerinde iddialı bir gömlek, elinde en son çıkan cep telefonlarından vardı. Elit ve sofistike görünmek adına yaptığı onca yatırıma rağmen vaktiyle üzerine sağlam sinmiş olan itlikten kurtulamamıştı. Mahalle duvarında elinde kutu bira, ayağının ucunda sallanan terlikle  hayal edebiliyordum kendisini. (s.70 )


Davetlilerde gecenin akışı gibi aynı. Bizim garson arkadaşlarla neredeyse bir örnek giyinen adamlar. Mavi, beyaz, gri gömlekler. Boyunlarında ölü bir yılan gibi sallanan boğucu kravatlar. Ayaklarında devasa bir hamam böceği gibi  parlayan ayakkabılar. Gecenin başında üzerlerinde, ortasında sandalyenin arkasında, sonunda ise bellere sıkıştırılmış bir halde tersten medeniyet evrimi geçiren ceketler. (s.87 )






21 Şubat 2014 Cuma

Herman MELVILLE - Katip Bartleby









Amerikalı yazar Herman Merville'in ünlü öyküsü Bartleby...

Öykü, 19.yy da New York Manhattan'da geçiyor. Bir hukuk bürosunda yazıcı olarak işe alınan Bartleby, çözülmesi mümkün olmayan bir bulmaca bence.

Onu hayatınızdan çıkarmak  isteseniz bile bunu başaramıyorsunuz.
 '' Yapmamayı tercih ederim! '' şeklindeki cevapları, pasif karşı koymaları karşısında vicdanen kendinizi sorgulamaktan başka bir şey yapmak  ise mümkün değil!

Öyküyü okurken kendinizi öyle kaptırıyorsunuz ki, Bartleby'e karşı farklı stratejiler düşünürken bulacaksınız kendinizi, benden söylemesi.

Bazı öyküler roman tadındadır, Katip Bartleby de öyle, gerçekten okumaya değer.

Bendeki Dost Kitabevi Yayınlarının Babil Kitaplığı serisinden  ve 75 sayfa.

Okumayı seven herkese öneriyorum, keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


İlk günlerde Bartleby inanılmaz sayıda yazı yazdı. Uzun süredir bir şeyleri kopyalamamış da bu yüzden kıtlıktan çıkmış gibi benim verdiğim belgelere saldırıyordu sanki. hazmetmek için hiç ara vermiyordu. Gecesini gündüzüne katıyor, gün ışığı, mum ışığı demeden çalışıyordu. Bu çalışkanlığının yanısıra biraz da neşeli olsaydı, işe onun başvurmuş olmasından çok mutlu olacaktım. (s.29 )



''Neden reddediyorsunuz?''
''Yapmamayı tercih ederim.''
Bunu yapan başka birisi olsaydı öfkeden kudurur, ağzıma geleni söyler,onu rezil edip huzurumdan def ederdim. Ama Bartleby'de öyle bir şey vardı ki sadece elimi kolumu bağlamakla kalmıyor, aynı zamanda nefis bir dokunaklılık beni darmadağın ediyordu. (s.32 )




19 Şubat 2014 Çarşamba

Ernest HEMINGWAY - Yaşlı Adam ve Deniz (İhtiyar Balıkçı)




Yıllar sonra  tekrar Hemingway okumanın tadına vardım.
 Sade ve çarpıcı anlatımıyla  Nobel Ödüllü  Amerikalı  yazarın edebiyat dünyasındaki yeri tartışmasız tabiiki. 

Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan kitap, 132 sayfa., elimdeki 60.basımı.

Kübalı yaşlı balıkçının kayığıyla çıktığı açık denizde, Gulf Stream'e  kapılarak dev bir kılıçbalığını yakalama mücadelesini anlatıyor roman.

Yaşlı balıkçının yoksul ve yalnız yaşamı ile denizdeki cesaret ve kuvveti adeta ters orantılı. 
Okurken kendinizi kaptırıp yaşlı adamın yaralı elleriyle hiç bırakmadığı oltasını tutmak, mücadelesine yardım etmek isteyeceksiniz. Hüzünlü, ibret verici bir yaşam, muhteşem bir anlatım...

E.Hemingway'in Güneş de Doğar, Silahlara Veda, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Afrika'nın Yeşil Tepeleri, Kilimanjora'nın Karları gibi pek çok eseri var.

Roman ayrımı yapmadan önerim; Ernest Hemingway okunmalı.
 Kendi adıma, uzun yıllar önce okuduğum romanlarını tekrar okuyabilmek için zaman yaratmak istiyorum.


******


Kitaptan Alıntılar:


Denizi her zaman İspanyolların, sevgiyle adlandırdıkları la mar olarak düşünürdü. Onu sevenler, kimi vakit kötü şeyler de söylerler ama yine de bir kadın olarak düşünürler. Ağlarının başına şamandıra koyan, köpekbalığı ciğeri fazla para ettiği zaman motorlu kayık alan genç balıkçılardan bazıları ondan, erkek olarak el mar diye söz eder. Onu bir rakip, bir yer,bir düşman olarak görürler.Yaşlı adam onu her zaman bir kadın, her zaman veren bir şey, ya da büyük yararlar sağlayan bir kaynak olarak düşünür ve eğer azıp etrafına kötülük saçacak olursa, bunu da iradesi dışında , doğası gereği olarak kabul ederdi. Mehtap bir kadını etkilediği denli onu da değiştirir, bambaşka yapardı. (s.27 )


Karanlıkta çalışmak hiç de kolay değildi. Bir ara, balığın hiç beklemediği bir hareketiyle yüzükoyun yere kapaklandı; gözünün altı patlamıştı. Yanağından aşağı ince bir kan sızmış, fakat çenesine varmadan pıhtılaşarak kurumuştu. (s.51 )


Denize bakarak yalnızlığını bir kez daha hissetti. Görünürlerde, karanlık sularda yansıyan prizmalardan, okyanusa gömülen oltanın eğrisinden ve hafif çırpınışlarından başka bir şey yoktu. Şu anda mevsim rüzgarları gökyüzünde bulutlar biriktiriyordu. Gözlerini yukarı kaldırdı, suların üstünde gökyüzüne bir yaban ördeği sürüsü oyulmuş gibiydi; derken bu güzel manzara buğulandı, sonra yeniden eski netliğine kavuştu. Denizde kimsenin yalnız başına kalmayacağını bir defa daha anlamıştı. (s.60-61 )


   

15 Şubat 2014 Cumartesi

Paulo COELHO - On Bir Dakika



Okuyacağım kitapları seçerken kendime göre araştırıyor, farklı farklı listeler oluşturuyorum  öncelikle. Ödüllü yazarlar, farklı ülkelerin edebiyatlarından örnekler, klasikler, merak ettiklerim, yeni yazarlar, ölmeden önce okumamız gerekenler(!) gibi...

İşte On Bir Dakika'yı da ölmeden önce okumamız önerildiği (!) -ve tabiiki P. Coelho romanı- olduğu için alıp okudum. Sanırım fazla beklentiye girerek okuduğum için de hayal kırıklığına uğradım!

Romanın kahramanı Maria aşka, yoksulluğa ve Brezilya'ya veda ederek daha özgür ve zengin olmak amacıyla İsviçre'ye gelir. Önce dansçı olarak, daha sonra da fahişelik yaparak yaşamaya başlar. Bir yandan da yaşadıklarını günlüğüne yazar. İsteyerek yaptığı iş sebebiyle aşkı, utancı, cesareti, acıyı, zenginliği deneyimler.

Ben, yazarın roman kahramanının iç dünyasını daha derin  yansıtıp psikolojik analizlerde de bulunabileceğini ummuşken, beklentimden daha yüzeysel bir kurgu ve anlatımla karşılaştığım için sizlere bu kitabı okumanızı öneremeyeceğim maalesef. P. Coelho nun her yazdığını okumalıyım diye düşünenler okusun ama ''ölmeden önce okumamız gereken'' kitaplardan biri değil bence.
Takdir sizlerin...

Can yayınları tarafından yayımlanan roman, 242 sayfa.

******


Kitaptan Alıntılar: 


O bir erkek. Bir sanatçı. Şunu biliyor olmalı, insanoğlunun amacı mutlak aşkı anlamaktır. Aşk başkasında değil, kendimizdedir; onu biz uyandırırız. ama uyanması için, bir başkasına ihtiyaç duyarız. Evren, sadece heyecanlarımızı paylaşacak biri olduğunda anlam kazanır. ( s.114 )


Hayat bazen çok cimridir: İnsanın yeni bir duygu tatmaksızın, günler, haftalar, aylar, hatta yıllar geçirdiği olur. Sonra, bir kapıyı bir kere açınca -Maria'nın Ralf Hart'la yaşadığı buydu-, ortaya çıkan boşluğa adeta bir çığ iner. Bir an hiçbir şeyiniz yoktur, bir sonraki an, kabul edebileceğinizden fazlasına sahipsinizdir. (s.134 )


Bir kadının kendisiyle yüzleşmesi, ciddi tehlikeler barındıran bir oyundur. Kutsal bir dans. Kendimizle karşı karşıya geldiğimizde, iki tanrısal enerji, çarpışan iki evrenizdir. Yüzleşmede gerektiği kadar saygı yoksa bir evren ötekini yok eder. (s.143 )


Buraya gelenlerle düşüp kalkmaktan çıkardığım sonuç; insanların gerçeklikten kaçmak, zorluklarını unutmak,  gevşemek için seksten herhangi bir uyuşturucu gibi yararlandıkları...Bütün uyuşturucular gibi, bu da zararlı ve yıkıcı. (s.161 )







13 Şubat 2014 Perşembe

SOPHOKLES - Kral Oidipus




''Oidipus Kompleksi, karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni safdışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamıdır.'' (Alıntı: Vikipedi )

Freud'un bu teorisi, kaynağını hakkında bilgi edinmek üzere olduğunuz bu kitaptan alınmıştır.

Tragedya, kaynağını efsanelerden alır. Tragedya kavramında daima bir günah işleme ve bunun için cezalandırılma olgusu ön plandadır. Kral Oidipus da Yunan tragedyasının bu özelliği taşıyan çarpıcı bir eserdir.

Sophokles ( MÖ 495-406 ) yılları arasında yaşamış, Yunan tragedyasının  en önemli yazarlarındandır.

Okuması zevkli, bir o kadar da etkileyici bu eseri ''oyun'' okumayı seven ya da merak eden okurlara tavsiye ederim.

Kesinlikle kitaplığımızda bulundurmamız gereken bir eser. Bendeki İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılmış, 56 sayfa.


******


Kitaptan Alıntılar:


TEİRESİAS: Doğduğun gün öldün. (s.17 )


İOKASTE: Durmadan işkence mi edeceksin kendine? Kaderin oyuncağı olan insan, ne bilir başına gelecekleri. En iyisi kadere razı olmak. (s.36)


KORO: Daha dün hayata kavuşturmuştun beni,
              Bugün de ölüm getiriyorsun bana,
              Ağla gözlerim ağla..(s.48)


İOKASTE: Bırak da dağlarda, doğduktan sonra babamla anamın bana mezar olarak seçtikleri Kithairan'da yaşayayım, onların beni öldürmek istedikleri gibi öleyim. Hem iyi biliyorum, beni ne hastalık, ne buna benzer bir şey öldürecek; çünkü daha büyük belalara uğramak için ölümden kurtuldum. Alnıma yazılan çıkacak. (s.54 )



12 Şubat 2014 Çarşamba

Ömer İZGEÇ - Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu





Ömer İZGEÇ'in ilk kitabı ama ilk kitaptan öte bence.

 Okumaya başlar başlamaz sizi içine çekiyor adeta. Kah 2. Murad döneminde bir cellat ile hırsızın soluğunu ensenizde hissediyorsunuz , kah günümüze dönüyorsunuz bir yazarın ya da gelecekte gerçekleşecek bir cinayetin peşindeki bir dedektifin yanında Aynalı Ejder Tarikatı'nın gizemini araştırıyorsunuz.

Farklı zamanlarda paralel ilerleyen hikayeler. Masalsı, fantastik bir macera yaşamak istiyorsanız okumanızı öneriyorum.

Tabii Kitabın başlığının ilginç olması  kadar, kapak tasarımı,  içindeki çizimler de birbirinden güzel, özenerek hazırlanmış, Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanmış ve 151 sayfa.

Bu arada benim gibi ilk kez duyanlar için Tdk Sözlüğünden ''fevkalbeşerin''  anlamı;  a- insanüstü(sıfat olarak kullanıldığında),  b- üstün nitelikli (kimse)

Ömer İZGEÇ, 1980 Ankara doğumlu, mühendislik eğitimi almış, yazıları Metinleri Hayalet Gemi, altZine, altkitap gibi oluşumlarda yer almış,2001-2003 tarihleri arasında arkadaşlarıyla İz Dergi'yi çıkartmıştır.


Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu, yeni yazarlardan Ömer İzgeç'le tanışmamız için güzel bir fırsat...



******


Kitaptan Alıntılar:


Aksak bir günbir ejderhaya sevdalandı. Sustu, pustu, adımları genişleyip gözleri duruldu. Uzak Doğu'dan gelme bir kolyeydi. Gümüş bir daire üzerine ağızdan ateşler saçan, altın, elmas ve bir dolu değerli taştan rengarenk pulları olan bir canavar işlenmişti. İlk kez böyle bir mahluk, böyle bir ustalık, böylesi bir ihtişam görmüştü, o anda tutuldu. Kolyeyi bir beyefendinin boynunda görmüştü. adam belli ki varsıl biriydi.
Kolyeyi gördüğü günün gecesinde işe çıkmadı, uykularında kavruldu, içi karalara bulandı, zihnine puslu düşünceler, gözlerinin önüne canavarın sureti, alaca aynalar ormanı pullarının görüntüleri çöktü. (s.8-9 )


Kanlı bir devirdi. İnsanlığını unutmuş bir hükümdarın çaresiz bir kuluydu. İşkenceleri, çekilen tırnaklarla kırılan kemikleri, af dileyen gözlere bir süre sonra yerleşen anlamsızlığı ve hiçliği görmüştü. İnsanlığını yitiriyordu. Diğerlerini aşağıladıkça aşağılara düşmüştü. Kestiği her bir kelleyi kabuslarında biriktirmişti. Alışmıştı. (s.52 )



Karaköy sahilinde güvercinler yem yiyor, denizin üzerinde, geçe kalmış balıkçı takalarının etrafında martılar halkalar çiziyordu. Meydandaki direklerde ise Murad'ın imzası vardı. Boyunlarına geçirilmiş ipin ucundaki  cansız bedenler, denizden gelen esintide belli belirsiz sallanıyordu. İbret-i alem maksatlı nahoş ve alışıldık bir görüntü. Cellat, cansız bedenlerin yanından geçerken ölülerin değil de karanlık zindanların kokusunu duydu. ( s.79 )


- Aynalı oda. Burada gördüğünüz herkes, içi aynayla kaplı bu odalardan birinde haftalarını, aylarını geçirdi. günlerce yalnız kendi suretini seyretti. Kendi yansısını, hüznünü, mutluluğunu, acılarını gördü. kendisiyle dost oldu, harp etti, kendine aşık oldu, kendinden nefret etti, kendini kıskandı ve kendiyle konuştu. kendini bildi. Kendinde bilgilerin en yücesini buldu. (s.112 )









10 Şubat 2014 Pazartesi

John LLOYD - John MITCHINSON - Cahillikler Kitabı








Eğlenceli bir şeyler okumak ister misiniz?

Az kişi tarafından bilinen bilgiler, efsaneler her zaman insanoğlu için ilgi çekici olmuştur. Yaratılışımızdan beri bir şeyler öğrenmeye, keşfetmeye çalışır düşünür ve araştırırız. Bizi diğer canlılardan ayıran başlıca özelliğimiz de budur. Cahillikler Kitabı'nda bu bildiğinizi düşündüğünüz şeylerin pek çoğunun yanlış olduğunu şaşırarak okuyacaksınız.

Okuması çok eğlenceli, her sayfasını şaşırarak okuduğum bu kitap, başkaları da benim gibi düşünmüş olacak ki bir kaç sene öncesinde en çok satanlar köşesinde yerini aldı. Edebi değeri olmayan, benim deyimimle 'light' bir kitap okumak ve kendine bir şeyler kazandırmak isteyen her okura bu eğlenceli kitabı tavsiye ederim.

Kitabın bu kadar başarılı olduğunu gören yazarlar bundan etkilenmiş olacak ki daha sonra kitabın devamı niteliğinde (Cahillikler Kitabı 2, Cahillikler Kitabı Sağlık) gibi  kitaplar da çıkardılar.


******


Kitaptan alıntılar:


 İskoçya, İskoç eteği, gayda, İskoç sakatat yahnisi, yulaf lapası, viski ve ekose kumaş hakkında ilginç olan şey nedir? Cevap bunların hiçbiri İskoç değildir. (s.27 )


 Develer hörgüçlerinde ne depolar? Cevap yağ. Develer hörgüçlerinde su değil, yağ depolar. Bu yağ da enerji stoku olarak kullanılır. Suyun depolandığı yer vücutlarıdır, özellikle kan dolaşım sistemleri; bu da onları su kaybından etkin bir biçimde korur.(s.103 )


Develer nereden gelir? Kuzey Amerika'dan. Afrika ve Arap çöllerinin simgeleri Amerika kökenlidir. Atlar ve köpekler gibi,develer de 20 milyon yıl önce Amerika'nın otlaklarında evrilmiştir. Bu hayvanlar o zamanlar, bildiğimiz ve sevdiğimiz haliyle hörgüçlü yük hayvanları olmaktan ziyade, daha çok zürafaya ya da ceylana benziyordu. (s.105 )


 Bir kediyi aşağı atmak için en uygun kat binanın kaçıncı katıdır? Yedinci kattan yüksek herhangi bir kat. (s.147 )


Sindirella'nın ayakkabısı neyden yapılmıştır? Sincap kürkünden. masalnın bilnen halini 17. yy da yazıya döken Charles Perrault, Ortaçağ masalında vair ( sincap kürkü) olarak geçen kelimeyi yanlış anlamış ve verre ( cam ) olarak yazmıştır (s. 245)



 Flamingolar neden pembedir? Çünkü çok fazla mavi-yeşil alg yerler. (s.218 )





7 Şubat 2014 Cuma

Paul AUSTER - Cebi Delik







Daha önce bloğumda yazarın ünlü '' Yanılsamalar Kitabını '' paylaşmıştım. Bu kez de otobiyografik romanı ''Cebi Delik'i'' sizlerle paylaşmak istedim.

Amerikalı yazarın dili sade, süslü anlatımlara girmeksizin kısa ve güçlü cümlelerle yazıyor. Auster'ın yazdıklarını okumak gerçekten keyifli.

 Paul AUSTER, 1947 doğumludur. Çevirmen olan amcasının kitaplarını okuyarak küçük yaşlardan itibaren edebiyata ilgi duymuştur. Kısa öykü, şiir, deneme,senaryo, yazmış yönetmenlik yapmıştır. Çağdaş Amerikan Edebiyatı temsilcilerinden olan Auster'ın New York üçlemesi yirmi dile çevrilmiştir. 
Princeton Üniversitesinde doçentlik yapmış, 2006 yılında Price of Austrias ödülünü almıştır.Norveçli yazar Siri Huvedt ile evlidir.

 ''Cebi Delik'', yazarı daha iyi tanımamı sağladı. Otobiyografik roman okumayı seviyorum. İnsanların nereden nereye, nasıl geldiklerini, herkesin bir hikayesi olduğunu bilmek insanı adeta motive ediyor.

Kitap Can Yayınları tarafından 1999 da yayımlanmış, elimdeki beşinci basımı, 131 sayfa. Rahatlıkla bir günde okuyabilirsiniz, tavsiye ederim.   


******


Kitaptan Alıntılar :


Benim sorunum, çifte yaşam sürmek istemeyişimden kaynaklanıyordu. Çalışmaktan kaçındığımdan değil; ama beşten dokuza bir işte kart basmak fikri kanımı donduruyor, içimdeki bütün coşkuyu öldürüyordu. Yirmili yaşlardaydım; durmuş oturmuş bir yaşam için  kendimi fazlasıyla genç buluyor, istediğimden ya da gereksindiğimden daha fazlasını kazanacağım, diye tüketeceğim zamanı başka şeylere ayırmayı planlıyordum. Para deyince; kıt kanaat geçinmeme yeterli olandan fazlasında gözüm yoktu. (s.10 )


Ben eylemlerden bir kısmına katıldım, bir kısmından ise uzak durdum. Kampüs binalarından birinin işgaline katıldım, polis tarafından hırpalandım, bir gece nezarette kaldım; ama çoğunlukla olayları dışarıdan izleyen, eylemciler sempati duyan bir turist gibiydim. Katılmak istesem de, yapım grup eylemlerine uygun değildi. Yalnızlık duygusu iliklerime işlemişti ve hiç bir zaman '' Dayanışma'' gemisine binmeyi beceremiyordum. Ne olursa olsun, ben minik sandalımda kürek çekmeye devam ediyordum; belki eskisine oranla biraz daha umutsuzdum; belki nereye gittiğimi bilmiyordum, yine de kayığımdan inmemekte direniyordum. (s.40-41 )


Yabancı bir ülkede yaşamak, insanın karşısına çıkabilecek fırsatları sınırlar ve sana yardım etmeye gönüllü birilerini tanımıyorsan, bir yerlere varman neredeyse olanaksızdır. Çaldığın kapılar yüzüne kapanmakla kalmaz, her şeyden önce çalınacak kapıları nerede bulacağını bilemezsin. Benim şansım, orada birkaç tanıdığımın olması ve başım sıkıştığında bu kişilerin benim için ufak dağları yerinden oynatmalarıydı. (s.75 )


Bir yanda zaman, öte yanda para sorunu. İkisini birden yürütmek için bir kumar oynamıştım; ama yıllar önce bir, sonra iki, sonra üçboğazı doyurmak için çabaladıktan sonra sonunda kumarı kaybetmiştim. Nedenini anlamak zor değildi. Kendime zaman kazanmak için çok çabalamıştım, ama para kazanmak için pek uğraşmamıştım; sonuçta ikisinden de yoksun kalmıştım. (s.112 )



4 Şubat 2014 Salı

Selma FINDIKLI - İmbatta Karanfil Kokusu





Selma FINDIKLI, önce radyo oyunları yazmaya başlamış, daha sonra öykü ve romanları yayımlanmıştır.
Loş Sokağın Kadınları adlı öykü kitabıyla  1996 Haldun Taner Ödülü'nü, Ankara İstasyonundaki öyküleriyle de 1998 İş Bankası Edebiyat Büyük Ödülü'nü almıştır.

Nereye Yüreğim,  Gözüm Yaşı Tuna Selidir Şimdi, Saray Meydanında Son Gece, Gümüşlü Martı, Gecenin Yalnızlığında ve Kum Gülü diğer romanlarıdır.

İmbatta Karanfil Kokusu, yazarın on iki öyküsünün yer aldığı bir öykü kitabı. 1863 Osmanlı Dönemi'nden, 1939 Cumhuriyetin ilk yılları arasında İzmir'de farklı milliyete, farklı din ve kültüre sahip kişilere ait öyküler. Çok güzel yazılmış, İzmir'in imbat esintisini hissedecek, karanfil kokusunu duyacaksınız adeta... 

Bana Kasap Çırağı'nın kasvetli etkisinden sonra çok iyi geldi doğrusu. Sizlere de okumanızı öneriyorum...

Kitap Remzi Kitabevi tarafından 2006 yılında yayımlanmış, 154 sayfa, elimdeki ise  dördüncü basımı.


******


Kitaptan Alıntılar:
.

Göz ucuyla bakıyorum da; pek çaresiz, süklüm püklüm oturuyor yanımda. Beni beğenmiyor,sevmiyor değil...Sözle olmasa da davranışlarıyla hoşlandığını belli ediyor çünkü. 
Yüreğimin sesi, kendini bana layık görmediğini fısıldıyor, ama inanamıyorum. Pehlivan yapılı bir adam Akif Efendi. Ne var ki, hantal bedeninin aksine ince ruhlu zannederim. Başka erkekler gibi birkaç adım önde yürümüyor, beni soluk soluğa bırakmıyor mesela...İkimiz de köleydik sarayda. Birimiz hanım sultanı giydirir, öbürümüz saltanat arabasıyla gezintiye götürürdü... (s. 48-49 Kuş Kanadı Kalem Olsa adlı öyküden )


Kalispera efendimu... Sinematograf nedir, bilirsiniz vre? Duydunuz hiç?... Duyamazsınız, çünküm bulunmaz öyle her yerde. Konstantinopl'da bilem yokmus daha. Eh orası payitaht olsa da İzmir baskadır '' Şarki Akdeniz Paris'i '' demisler ona...(s.72 Cinderella adlı öyküden )


Bir de şimdiki halimize bakın... Kadifekale'nin yamacında, Muhacirin Mahallesi'nin, her köşesinden nemli rüzgar fıslayan, kuş yuvasına benzer evlerinden birinde, yarı aç yarı tok yaşıyoruz... Elbiselerimiz, feracelerimiz yama tutmaz oldu. Öylesine yırtık...Hilal-i Ahmer'le Muhacirin Cemiyeti yardım ediyor bizim gibilere. Ama o kadar çok perişan aile var ki, hangi birine yetişsinler? (s.80 Muhacirin Mahallesi adlı öyküden. )