27 Mart 2014 Perşembe

Oya BAYDAR - Elveda Alyoşa










1940 İstanbul doğumlu olan Oya BAYDAR, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji mezunudur. Hacettepe Üniversitesinde asistanlık yapmış,sosyalist kimliği nedeniyle 1971 deki 12 Mart askeri müdahalesi sırasında tutuklanarak üniversiteden ayrılmak zorunda kalmıştır.,

12 Eylül 1980 askeri müdahalesi sırasında yurtdışına çıkmış, on iki yıl Almanya'da kalmıştır. Avrupa'da bulınduğu yıllarda sosyalist sistemin çöküşüne tanık olmuştur.

Yazarın aldığı ödüller; Elveda Alyoşa adlı öykü kitabıyla 1991 Sait Faik Öykü Ödülünü, 1993 yılında Kedi Mektuplarıyla Yunus Nadi Roman Ödülü, Sıcak Külleri Kaldı adlı romanıyla da 2001 yılı Orhan Kemal Roman Ödülü'nü almıştır.

Öykü kitabı dört bölüm altında toplam on iki öyküden oluşuyor. Okuduğum kitap, Can Yayınları tarafından 2002 yılında basılan dördüncü baskı ve 150 sayfa.

Öykü kitaplarını tanıtmak romanlara kıyasla daha zor, her öykü ayrı dünya ne de olsa.

Oya Baydar da bloğumda daha önce tanıtımını yaptığım Demir Özlü'nün ''Bir Yaz Mevsimi Romansı'ndaki '' öyküleri gibi -aynı kaderi paylaştıklarından olsa gerek- bu öykülerinde ülkesi dışında yaşamak zorunda kalanların yaşamını, duygularını çok güzel dile getirmiş.

Üstelik ülkesinde sosyalizmi savunurken Almanya'da Berlin duvarının yıkılmasının öncesi ve sonrasına, komünist düzenin kapitalist düzene teslim oluşuna  bir sosyolog ve sosyalist olarak tanık olmuştur.

Bir dönemi, kalemi güçlü bir yazarı tanımak için güzel bir kitap, okumanızı öneriyorum...


******


Kitaptan Alıntılar:



  Erguvanlar!.. Kaçak,göçebe yaşadığımız günlerde gizlice buluştuğumuz Boğaz vapurlarından seyrine doyamadığımız, Boğaziçi tepelerinde betonların saldırısına karşı -tıpkı o zamanlarki bizler gibi-  inatla, kahramanca, umutla direnen, dallarını koparmaya kıyamadığımız; her şeyi unutsak da zamana yenilip, ille de renklerini unutamadığımız erguvanlar...
  ''Erguvanlar!.. İnanılır gibi değil! On yıldır ilk kez görüyorum buralarda. ''  (s.37 Madrid'de Ölmeyi Özlediğimiz Akşam adlı öyküden )




  '' Lenin, Basel'de sürgün yıllarında, köprünün yanındaki kahvede otururmuş hep. Duvarda güzel bir fotoğrafı vardı. Geçenlerde kahveye uğradım. Baktım, son olaylardan sonra resmi indirmişler oradan. Yerine Madonna'nın resmi asılmış.''  ( s.44 Bir Düğün Fotoğrafı adlı öyküden )


  Basel'in  işçi mahallelerinden birindeki şu göçmen evinde, bu gece bu sofrada, yirmi uzun yılın Türkiye'sinin hüznü var. Hep birlikte, ama tek tek ve yapayalnız yürüdüğümüz, sendelediğimiz, düştüğümüz, sonra yine toparlanıp aştığımız, sonuna bir türlü varamadığımız yolların hüznü.
  Kadehimde kalan son yudumu içiyorum yavaşça. Bu gece Basel'de rakının tadı bir başka, bir garip buruk, neredeyse acı.  (s.46  Bir Düğün Fotoğrafı adlı öyküden )


  Evet, bahçe buradaydı. Ev arkada kalırdı biraz. Surpik ve Avadis'le sokakta oynamasına izin verilirdi, ama evlerine gönderilmezdi nedense. Paskalya geldi mi, saç örgüsü kıvrımlı çörekleri; Noel'de pamuktan küçük kardan adamlarla ve pamuk karlarla süslü çam dalları arasında hediyeler; Ramazan Bayramında tatlı, kandillerde helva, kurbanda koyunun iyi tarafından bir parça, aşure ayında üstü nar taneli  ve fıstıklı bir çanak aşure gidip gelirdi komşular arasında. ''Rum'u, Ermeni'si, Türk'ü, Yahudi'si, hepsi de Makriköy'ün yerlilerindendir.  (s.98  Eski Ev adlı öyküden  )







25 Mart 2014 Salı

Cezmi ERSÖZ - Hayallerini Yak Evi Isıt







Cezmi ERSÖZ, 1959 İstanbul doğumlu, İstanbul Siyasal Bilimler Fakültesi Siyaset ve Kamu Yönetimi Bölümü mezunudur. Çeşitli edebiyat dergilerinde şiir ve eleştirileri yayımlanmış, günlük gazetelerde, dergilerde yazılar yazmıştır.

Röportaj, şiir, deneme, öykü türünde pek çok kitabı vardır. Bazıları; Son Yüzler, Haritanın Yırtılan Yeri, Yine Seninle Geldi Hayat, Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk, Bana Türkçe Bir Ekmek Ver...

Hayallerini Yak Evi Isıt, sıkılmadan okuyacağınız türde bir kitap. Anlatı ve şiirlerle harmanlanmış. Duygularınızı- ya da  bir kısmını bulabileceğiniz bir kitap. Düz yazının da, şiirin de tadına varırken, bir de bakıyorsunuz ki, kitap bitmiş!

Yoğun çalışma döneminde soluklanmak üzere ya da başucu kitabı yapıp birkaç sayfa bile olsa zevkle okuyabileceğiniz güzelikte Hayallerini Yak Evi Isıt.

Okuduğum kitap, Tekin Yayınevi tarafından ekim 2010 da yayımlanan 26. baskı ve 109 sayfa.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


Haksızlık ettin bana, sevgili!.. Benden ayrı bir insan, bir varlık olduğunu söyleyerek haksızlık ettin bana.
Bunu öğrendikten sonra, uzun ve kötü yolculuklara çıktım sık sık...Kış günleri soğuk avlularda yıkandım. Kaba kirli örtülerin üzerinde uyudum.
Bunu öğrendikten sonra, ölesiye içtim. Ekşi narlar yedim. Yangın yerlerinde yarasalara küfrettim. Bunu öğrendikten sonra, bana ağırlık veren kanatlarımı kırdım, kırdım... (s.13-14 )



Gül kokulu güneşte
kuruturken hayallerini ve kadife eteğini;
bana bağlanmadığın için
kirli bir sevdayla
bağladın beni;
o uzun ömrüne... (Vişne Bahçesi adlı şiirden s.48 )


Aşk, aslında birinin gelip yarana dokunmasıdır...O zaman, yaranı örten,seni boğan o büyük boşluk aralanır. İşte o zaman, korkuların biter, utanç diner. Anlarsın ki, o boşluk sana ait değildir. Aslına dönersin, ilk haline, yaralı haline...Yara iyileşir mi, peki? Hayır, ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun,hiçbir aşk bu yarayı iyileştiremez. Bu yara yaşamaktandır çünkü, yaşamın ta kendisidir... (s.71 )


Büyümek dedikleri, aslında bu korkunç boşlukta hep üşümektir, hep üşümektir...Hep üşümektir... Hep üşümektir... (s.72 )





24 Mart 2014 Pazartesi

Gabriel Garcia MARQUEZ'den veda mektubu...





















İşte usta yazar Marquez'in duygu yüklü veda mektubu:
Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm.
İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır. Baskaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım. Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı... Gün geçmesin ki,
karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanr. Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak
sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini
öğretirdim.
Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde...
Artık ölebilir miyim?




23 Mart 2014 Pazar

William GOLDING - Sineklerin Tanrısı







Nobel ödüllü İngiliz yazar William GOLDING 'in ünlü romanı Sineklerin Tanrısı, yazarın ilk romanı olup, 1954 te yayımlanmıştır. Daha sonra, 1963 ve 1990 yıllarında iki kez peyaz perdeye aktarılmışsa da, ben filmini izlemeyenlerdenim!

William Golding, yazmaya başlamadan önce öğretim görevlisi, oyunculuk yapmış, Kraliyet donanmasında da bulunmuştur. 1983 yılında Nobel Edebiyat ödülü alan yazarın Kule ve Çatal Dil , Deniz Üçlemesi, Piramit de dahil olmak üzere on iki kitabı yayımlanmış, 1993 yılında vefat etmiştir.

Benim elimdeki İş bankası Kültür Yayınlarının Ocak 2014 teki  yirmi dördüncü basımı, Mina Urgan çevirisi ve 261 sayfa.

Çocukken okuyup yaşamımızda iz bırakan klasikler vardır. 80 Günde Devrialem, Denizler Altında 20.000 Fersah, Mercan Adası... gibi.
Sineklerin Tanrısı'nda da Mercan Adası'yla benzerlikler var gibi görünüyorsa da, bir o kadar da farklı içerikte.

II. Dünya Savaşı'ndan sonraki atom savaşı sırasında altı- on iki yaşları arasındaki bir grup çocuk güvenli bir yere götürülürken, bindikleri uçak bir saldırıya uğrar ve çocuklar bir mercan adasına düşer. 
Çocuklar önce aralarından  bir lider seçerek adada grup halinde yaşamaya başlarlar.
 Uygar dünyanın çocukları adada yalnız yaşamaya başlayınca önce tatildeymiş gibi hissetmişlerse de, zaman içinde grup iki ayrı klana, liderlik  ruhu ise adeta mutlak tahakküme dönüşmüştür.
 Artık iyi çocuklar kaybolmuş, saklı kalan vahşi ruhlar ortaya çıkmıştır.

Kitap akıcı ve kolay okunuyor, ancak, okurken basit bir mercan adası macerasının ötesinde insanı düşünmeye sevk eden, küçücük çocukların vahşileşmesine tanık olurken, insanın gerçek doğası  bu mu diye soru işaretiniz olacaktır...


******


Kitaptan Alıntılar:


Ufukta incecik bir hilal yükseldi.Öyle inceydi ki, suya tam yansıdığı zaman bile aydınlık bir iz bırakmıyordu. Gel gelelim gökyüzünde başka ışıklar da  vardı o sırada. Bu ışıklar, hızla kımıldıyorlar, yanıp sönüyorlar, on mil yükseklerde sürüp giden savaştan en hafif bir ses bile duyulmadan yok oluveriyorlardı. (s.113 )


Bitmez tükenmez bir şafak, yıldızları söndürdü;  sonunda kül rengi, dertli bir aydınlık barınağa sızmaya başladı. Barınağın dışındaki dünya hala aklın alamayacağı kadar tehlikeli olduğu halde, çocuklar kıpırdamaya başladılar. Karanlığın çıkılmaz dehlizlerinde, uzak yerler ve yakın yerler belirmeye başladı. Gökyüzünde, ta yükseklerde, küçük bulutlar renklenip ısınır gibi oldu. (s.118 )


Bir yerlerde, dünyanın kararan kıvrımının ötesinde, güneşle ay, dünyayı çekiyorlardı. Sağlam toprak dönerken,dünyayı kaplayan su tabakası, bir yana doğru hafifçe kabarmaktaydı. Gelgitin büyük dalgası, adanın üstünde ilerledi; sular kabardı. (s.188 )


Yangın, kumsalın yanındaki hindistancevizi ağaçlarına vardı, gümbür gümbür kemirip yuttu onları. Yangının bir parçası değilmiş gibi davranan bir alev, cambaz gibi sıçradı, iskele biçimindeki büyük kayanın üstündeki ağaçların tepesini yaladı. Gökyüzü kapkaraydı. (s.246 )



18 Mart 2014 Salı

L.N. TOLSTOY - Kreutzer Sonat




Tolstoy, varlıklı bir ailenin bireyi olarak iyi bir eğitim almıştır. Yazar aynı zamanda 19. yüzyıl Rusya'sının en etkili ahlakçı düşünürüdürBütün servetini köylülere dağıtıp onlar gibi giyinmiş, hatta kendi elbiselerini  kendi dikmiştir. Reformist eğitimci olup, köyüne okul yaptırmıştır. Köylülerin yoksulluk ve cahilliğine çare bulmaya çalışmış, 82 yaşındayken bir tren istasyonunda zatürreden ölmüştür.

Zenginliğini yoksullarla paylaşıp yoksulluk içinde ölen bu büyük yazarın her yapıtı birbirinden değerli. Kreutzer Sonat 1889 yılında, Tolstoy'un yaşamının son döneminde yazdığı romandır. İlk yayınlandığında sansüre uğramasına rağmen büyük tartışmalara sebep olmuş, yazarın o dönemdeki ahlak anlayışını yansıtmıştır.

Roman adını Beethoven'ın Kreutzer Sonatı'ndan almıştır.

Romanın kahramanı karısını öldürmüş bir katil olup, kendisini cinayeti işlemeye sürükleyen olayları anlatırken o dönemdeki evlilik, kadın-erkek ilişkileri, aşk ve sadakatı sorgulamış öncelikle. 
Bir cinayete zemin hazırlayan davranış şekilleri, olayın akışı ve kıskançlık krizi sonucu işlenen cinayetin romanını okurken o dönemin Rusya'sındaki sosyal ve ahlaki yapı hakkındada fikir sahibi oluyoruz. Tolstoy'un mükemmel, sade ve gerçekçi anlatımı ise tüm romanlarındaki gibi tartışmasız bence.

Bloğumda daha önce de Tolstoy'un İvan İlyiç'in Ölümü ve Polikuşka adlı kitaplarını tanıtmıştım.

Kreutzer Sonat'ı okuyup da Beethoven'in Kreutzer Sonatı'ndan bir bölüm dinlememek olmaz değil mi?

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


Güzelliğin iyi bir şey olduğu düşüncesi nasıl da büyük bir yanılgıdır, gerçekten şaşırtıcı. Güzel bir kadın aptalca laflar eder, sen dinlersin ve aptallıkları görmez, akıllıca laflar ediyor sanırsın. Bu güzel kadın kötü şeyler yapar, sen hoş bir şey yaptığını düşünürsün. Eğer aptalca şeyler söylemeyen, kötü işler yapmayan, sadece güzel olan bir kadınsa o zaman da onu şaşılacak derecede akıllı, iyi ahlaklı bir kadın olduğuna inanırsın. (s.22-23 )


Eğer insanlığın amacı iyilik, güzellik, sevgi gibi şeylerse, insanlığın amacı peygamberlerin sözleriyle söylenen, bütün insanları sevgiyle bir araya getiren, mızraklarını eğip orak haline getiren şeylerse o zaman bu amaca ulaşmayı engelleyen nedir? Engel ihtiraslardır. (s.37 )


Mutsuz insanların kentte yaşamaları daha iyidir. İnsan kentte yüz yıl yaşar da çoktan öldüğünün ve çürüdüğünün farkında bile olmaz. Bunu kendiliğinden anlayacak zamanı yoktur, hep meşguldür. İşler, sosyal ilişkiler, sağlık, çocukların hastalıkları, eğitimleri. Kah birilerini konuk etmek, birilerine gitmek gerekir; kah filancayı seyretmek, falancayı dinlemek. (s.63 )


İnsanların bir delilik nöbeti sırasında ne yaptıklarını bilmedikleri söylemeleri saçmadır, yalandır. Her şeyi biliyordum ve bir saniye bile kendimi kaybetmedim. İçimdeki hiddet buharlarını kızıştırdıkça, içimdeki bilinç ışıkları da öyle parlıyordu ki, yaptıklarımı görmemem olanaksızdı. (s.102 )

******

Beethoven'ın Kreutzer Sonatı'ndan...




17 Mart 2014 Pazartesi

KİTAPÇA YAŞAMAK artık KÖŞESİNDE...





Bugünden itibaren her pazartesi ve perşembe günleri '' Kitapça Yaşamak''  köşemde Kapadokya Gazetesi'ndeyim. 

Mutluluğumu sizlerle paylaşmak istedim, ilgi ve desteğinizden dolayı içtenlikle teşekkür ediyorum.

Sevgiler...


Okşan Aybaş




12 Mart 2014 Çarşamba

Jerzy KOSINSKI - Boyalı Kuş






1965 yılında yazıldığı tarihten beri Dünya Edebiyatının tartışılan kitaplarından biridir Boyalı Kuş.

Otobiyografik özellikler taşıyan romanda Polonya doğumlu yazar Jerzy Kosinski'nin küçük bir çocukken II.Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine güvenliği için doğuda, uzak bir köye, yaşlı bir kadının yanına ailesi tarafından gönderilmesiyle birlikte yaşadıkları konu edilmiştir.

Roman, küçük bir çocuğun ağızından II. Dünya Savaşı boyunca yaşadıklarının anlatılmasıdır. Bakmak üzere gönderildiği yaşlı kadının ölümü üzerine küçük çocuğun savaş yılları boyunca yaşadıklarına inanamayacaksınız.

Bu kadar cahillik, bu kadar acımasızlık ve ahlaki çöküş nasıl olur diye eminim benim gibi  isyan edeceksiniz. Okurken daha önce bloğumda paylaştığım ''Onca Yoksulluk Varken,'' ve ''Kasap Çırağı'nı'' anımsadım zaman zaman. Her üç romanda da olaylar eziyet gören çocuklar tarafından anlatılıyordu.

Biraz da Jerzy Kosinski'den bahsetmek istiyorum; yaşadığı zor yılların ardından Amerika'ya yasal olmayan yollardan girmiş, çok değişik işlerde çalışmış, İngilizcesini çok ilerleterek Princeton Üniversitesi'nde, Yale'de edebiyat dersleri vermiş, Amerikan Yazarlar Derneği Başkanlığı yapmıştır. Çok zengin bir hanımla evlenmiş, jet sosyeteye girmiştir!
İlk romanı Boyalı Kuş ile uzun yıllar en çok satanlar listesinde yer alan yazar, mayıs 1991 de başına naylon torba geçirmiş ve ölü halde banyosunda bulunmuştur.

Her sayfasını sarsılarak okuyabilirim diyorsanız, tavsiye ederim...


******


Kitaptan Alıntılar:


 Diğerleri bir süre şaşkın bakarken benzerini görmedikleri kuş, boşu boşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandırmaya çalışırdı. Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onu kuşkuyla inceler, sonra birbiri ardından saldırıp boyalı tüylerini  gagalayıp yolmaya koyulurlardı. Tüysüz ve kan içinde kalan zavallı kuş havada kalamaz düşerdi. Aynı sahne sık sık tekrarlanır, kurbanlarımızı hep ölü bulurduk. (s.58 )


Geceleri geç saatlere kadar uyanık kalır, Tanrı'nın beni de cezalandırmak isteyip istemediğini  sorardım kendi kendime. Annemle babam, her pazar kiliseye gider, beni de götürürlerdi. Tanrı'nın kızgınlığının, yalnız kara gözlü siyah saçlı, Çingene denen insanlara yöneldiği doğru olabilir miydi? Neden babamın saçları açık renk, gözleri maviydi de annem esmerdi? Hem esmerlikleri, hem de sonları aynıydı Yahudiler'le Çingeneler'in. Öyleyse onları ayıran ne olabilirdi? (s.106 )


Trenin gelişine birkaç dakika kala yüzükoyun, otların arasına yatar, kollarımı başımın üstünde birleştirir ve elimden geldiğince yere yapışırdım. Elini kolunu sallayan Sessiz, milleti başımıza toplardı. Tren yaklaşırken, tekerleklerin raylar arasındaki tahtalar üzerinde çıkardığı uğultuyu duyar, titreşimle olduğum yerde sallanırdım. Lokomotif üzerime gelirken  iyice yere yapışıp bir şey düşünmemeye çalışırdım. (s.222 )




11 Mart 2014 Salı

Okşan AYBAŞ' la ''KİTAPÇA YAŞAMAK'' artık KAPADOKYA' da...






Artık her Pazartesi & Perşembe günü '' Kitapça Yaşamak'' adlı köşemde Nevşehir'de yayınlanan KAPADOKYA Gazetesindeyim.

Bloğum henüz beş ayını doldurmadan yurtiçi- yurtdışı takipçileri dışında bu kez de Nevşehir'li kitapseverlerle buluşacak, çok mutluyum.

Bloğumu takip ederek destek olan tüm kitapseverlere çok teşekkür ediyorum.

Sevgilerimle...


Okşan AYBAŞ



9 Mart 2014 Pazar

Cemal SÜREYYA - Üstü Kalsın




Uzun zamandır bir şiir kitabı paylaşmayı arzu ediyordum sizlerle. Ancak çekincelerim çok büyüktü. O kadar büyülü bir dünya ki, kimi paylaşsam sanki bir başkasının hatırı kalırdı. O kadar farklı duygular barındırabiliyor ki bir şairin farklı şiirleri, insan hissettiklerini  ifade edip edemeyeceğinden korkuyor bir de.

Oldum olası beni düşündüren değil de, okur okumaz gülümseten şiirleri tercih ettim. Tabii hal böyle olunca önceliği Cemal Süreyya'ya verdim. Daha önce şairin '' On Üç Günün Mektupları'nı'' tanıtmıştım bloğumda.

Bir de şu mesele var. Şiir okurken, basım çok önemli benim için. En ufak basım yanlışı dahi dikkatimi dağıtıp kitabı bir köşeye atmama neden olabiliyor. O yüzden YKY'nin seçme şiirlerini paylaşmayı tercih ettim. Farklı farklı yayınevlerinden değişik derlemeler edinebilirsiniz.

Şiir okumayı erteleyen, ilham arayan, sevmeyi özleyen, özlemeyi özleyen, hatta biraz romantizm peşinde koşan okurlara güzel bir ''başlangıç'' tavsiyesidir.


******


Kitaptan alıntılar:


''Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlarda gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin.''  (s.15  Aşk  şiirinden )


''Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak''  (s.19 Cigarayı Attım Denize şiirinden )


''Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak ''   (s.29 Uvercinka şiirinden )


'Her ölüm erken ölümdür biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir
Üstü kalsın''
'(s.98 Üstü Kalsın şiirinden )

5 Mart 2014 Çarşamba

Aziz NESİN - Bir Tutam Aydınlık




Aziz Nesin'in hatırlamak, hatırlatmak istedim. Ürettiği o kadar çok eser var ki, kitaplığımda eski kitapları karıştırırken, 1994 basımı ''Bir Tutam Aydınlık'ı'' seçip bölüm başlıklarına bakınca, hele hele okumaya başlayınca tam anlamıyla şok oldum! 
İleri görüşlü, objektif bir yazar-aydın olmak böyle bir şey işte. Yıllar önce önce yaşananlara dair yazarken yaptığı ironi ne kadar da günümüzde ülkemizde yaşananların aynı!

Ben kitaptaki bazı başlıkları yazmak istiyorum;

* Atatürk ve Atatürkçülük Üstüne,
*Gericilik, Yobazlık, Bağnazlık, ve Köktencilik Üstüne Uyarılar,
*Toplum, Demokrasi, Devlet  ve Burjuvalar Üstüne,
*Düşünmek Üstüne Düşünmek,
*Büyük Sermaye ve Basın Üstüne,
*Ordu ve Silah Üstüne......
Tabii her başlık altında da birbirinden ilginç satırbaşları ve açıklamalar var.

Aziz Nesin, 1915 Heybelida doğumlu olup, 1995 te vefat etmiştir. Mizah, kısa öykü, tiyatro ve şiir dalında pek çok eser vermiş, eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazarımızdır.
Ankara Uluslararası Film Festivalinde ''Aziz Nesin Emek Ödülü'' verilmektedir.

Aziz Nesin'in bıraktığı en büyük eseri bence 1973 yılında kurduğu ''Aziz Nesin Vakfı'dır.'' İlkokul çağına girmemiş ya da yeni girmiş çocukların velilerinin onayıyla vakıf tarafından eğitilip ayakları üzerinde durabilecek hale gelene kadar yetiştirilmektedir. 

Ustaya saygıyla...


Kitaptan alıntılar:


******


Türkiye Cumhuriyeti'nde fetva veren Şeyhülislam makamı resmen kaldırılmıştır. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı dinsel konularda hükumete tavsiyelerde bulunarak, hükumet kararlarında etkili olmaktadır ki, bu da bir anlama dolaylı ve örtülü fetva demektir. Nitekim, ''Şeytan Ayetleri'' kitabının Türkiye'ye girmesine  hükumetin yasak kararnamesi, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tavsiyesi üzerine olmuştur. (s.47 )


 Düşünmüyoruz, düşünemiyoruz. Çünkü düşünmesini bilmiyoruz.

Türklerin yüzde altmışı aptaldır,dedim diye aleyhime sekiz-on yerde birden dava açıldığı gibi, şimdi de düşünmüyoruz dediğim için kendilerini düşünüyor, hatta düşünür sananlar beni sakın dava etmesinler. Aptal dedim diye dava dava açıldığı zaman ağır ceza mahkemesinde yargıca söylemiştim:
-Efendim, bu dava sonunda aklanırsam, bir milletin yüzde altmışının aptal olduğu mahkeme kararıyla saptanmış olacak. Beni dava edenler yoksa bunu mu istiyorlar?
Nitekim aklandım. Beni dava edenler şimdi, düşünmesini biliyorlarsa, düşünüp dursunlar bakalım, yüzde altmışa mı, yüzde kırka mı girdiklerini. (s.119 )




3 Mart 2014 Pazartesi

Paul AUSTER - Kış Günlüğü




Paul AUSTER okumayı seviyorum. Daha önce sizlerle ''Yanılsamalar Kitabı'' ve ''Cebi Delik'i'' paylaşmıştım.
Amerikalı yazar-şair, film yönetmenliği de yapmıştır.

Paul Auster kitapları dilinin akıcılığı, sadeliğiyle her şeyden önce zevkle, rahatlıkla okunuyor.. Hani bazı yazarların tüm kitaplarını okumak ister, hatta okuruz ya, Paul Auster da benim için öyle... 
Özellikle ''Yanılsamalar Kitabı'nı '' okumayan kalmasın diyorum!

'''Cebi Delik,'' otobiyografik romandı, ''Kış Günlüğü'' de anı türünde. Kısa aralıklarla her iki romanı okuyup sıkıntılı yaşamı için  Paul Auster'a üzülürken (!) saçma sapan dizilerdeki tatlı hayatlar için gözyaşı döken kadınlar gibi hissettim kendimi!

Başarmış bir yazar, ne mutlu ona.

Kış Günlüğü'nde sevdiğiniz bir yazarı daha yakından tanıyorsunuz. Kitap, Can Yayınları tarafından yayımlanmış, 197 sayfa.

 Kitabın arka kapağında yazarın bu kitabı neden yazdığına dair sözlerini aynen aktarmak istiyorum;

''Ne de olsa zaman azalıyor. Belki de şimdilik hikayelerini bir yana bırakıp hayatının anımsadığın ilk gününden bugüne kadar bu bedenin içinde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu incelemeye çalışsan iyi olur.''

Paul Auster okumanızı ancak öncelikle ''Yanılsamalar Kitabını'' okumanızı öneriyorum. Onu okuduktan sonra zaten diğerlerini de okumak isteyeceksiniz...


******


Kitaptan Alıntılar:


Hiç kuşkusuz sakat ve yaralı bir insansın, ta baştan beri içinde yara taşıyan birisin (yoksa ne diye bütün ömrünü sayfaların üzerine o yaranın kanını akıtırcasına sözcükler dökerek geçiresin?); alkol ve tütünden aldığın haz sakat bedenini ayakta tutup dünyayı dolaşmanı sağlayan koltuk değnekleri işlevini görüyor. Karının dediği gibi, '' kendi kendini tedavi ediyorsun.''  Annenin annesinin tam tersine, karın senin değişmeni istemiyor. Zaaflarına hoşgörü gösteriyor, öfkelenmiyor, seni azarlamıyor ve eğer kaygılanıyorsa, senin sonsuza kadar yaşamanı istediği  için kaygılanıyor. (s.20 )


Haziran ortasında sıcak, nemli, hani yaz başlarında ufkun ucunda ağır ağır fırtına bulutlarının toplandığı  o boğucu günlerden birinde o evde evlendiniz  ve karıkoca ilan edildiğiniz anda, karına sarılp öptüğün anda fırtına da patladı, gök tam tepenizde müthiş bir gümbürtüyle gürleyerek evin camlarını şangırdattı, ayağınızın altındaki zemini titretti, odadakiler soluklarını tutarken sanki gökyüzü evliliğinizi dünyaya ilan etmiş gibi oldu. (s.90 )


Yataktan kalkıp pencereye giderken soğuk yer döşemesine çıplak ayaklarınla basıyorsun. Altmış dört yaşındasın. Dışarıda hava gri, neredeyse beyaz, görünürde güneş yok. Kendine soruyorsun: Daha kaç sabah kaldı?

Bir kapı kapandı. Bir başka kapı açıldı.

Hayatının kışına girdin. (s.197 )

..