30 Aralık 2015 Çarşamba

YENİ YIL - Okşan AYBAŞ


Merhaba Kitapça Yaşayanlar

 Kocaman bir yıl daha bitti. Keşke güzel şeyler söyleyebileceğimiz bir yıl olsaydı.
Her zamankinden daha çok istiyorum barışı, huzuru.
Öncelikle barış gelsin ülkeme, dünyaya..
Sonra mutluluk, sevgi sarmalasın hepimizi.

Sağlıkla, sevdiklerinizle nice yıllar diliyorum.
                                                                            O.Aybaş

22 Aralık 2015 Salı

Şule GÜRBÜZ - Kambur



Daha Önce Şule Gürbüz'ün ''Zamanın Farkında'' kitabını tanıtmıştım. Bu kez de, ilk yazdığı Kambur'u okudum.


2012 Oğuz Atay Öykü Ödülünü '' Zamanın Farkında'' adlı kitabıyla alan yazar Şule Gürbüz, İ.Ü  Sanat Tarihi ve İspanyol Dili ve Edebiyatı mezunu olup,  Cambridge Üniversitesinde  Felsefe eğitimi de almıştır. Mekanik saat ustası olup, Milli Saraylar Md. de çalışmaktadır.


Bir röportajında hayat felsefesini  ''Okumak, anlamak ve farkına varmak bana yetiyordu'' olarak açıklamıştır.
Şule Gürbüz'e göre saat tamirciliği bir sanat değil, egonuzu paranteze almayı gerektiren, mistik yanı olan bir meslektir. Sabırlı değilseniz, saatler boyunca mekanik saatlerle başbaşa kalmayı göze alamıyor, çok yüksek düşünceleriniz olsa bile, size sadece bir saatçi, bir tamirci gözüyle bakılmasına tahammül edemiyorsanız, bu işi yapamaz, yapsanız bile mutlu olamazsınız demiştir. ( Beşir Ayvazoğlu'nun Zaman Gazetesindeki köşe yazısından alıntı.)

Kambur için ne düşündüğüme gelince; İlk kitap gibi değil bence. Etkileyici, ilginç. Okunmalı.
İletişim Yayınları tarafından yayınlanan eser, 92 sayfa.

 Şule Gürbüz'ün yazdıklarını okumak keyifli, Benim için belli bir çizginin üstünde, yazacaklarını merak edip okuyacağım yazarlardan.  Son kitabı ''Coşkuyla Ölmek'' de okuyacaklarım arasında.

Keyifli okumalar..


******


Kitaptan alıntılar:


Bu yeryüzü panayırında hiçbir şey yapmadan durmak; sizleri seyretmek uğruna, sürekli para ve değerli şeylerimi veriyorum. Panayırın ötesi uçurumlarla dolu- birkaç kez kenarına gittim; ama gördüm ki o da eğlencenin bir parçasıymış. Kayıtsızlığımın bir nedeni de, yaşamda kendimi perdede seyrediyor gibi hissetmem. (s.22 )



Sanki oldum olası bir büyük odayı arşınlıyor; ara sıra elimi muma uzatıp yakıyor, ve haykırışımı hep sonraya saklıyorum. ''Dur!'' denilen yeri de, yaşamak üzere erteleye erteleye tüketiyorum. Beklerken beklemediğimi düşünüp kahkahalar atıyor; bu arada elimi duvarlara, cama, burnuma, kalemlere... sürüyorum. Kapının çalındığını duyar gibi oluyor; ne açıyor ne de kapıyorum. (s 85 )



10 Kasım 2015 Salı

Abdülhak Şinasi HİSAR - Çamlıcadaki Eniştemiz



      Abdülhak Şinasi Hisar' ı yazar bir arkadaşımın önerisiyle okudum.  Yetenekli edebiyatçılardan  etkilenmemem mümkün değil. Ancak geçmişte yaşamış olanları okumak beni hüzünlendiriyor da.
Geçmişte kalan yaşanmışlıklar, değerler, yetenekli güzel insanlar...

14.3.1887- 3.5.1963 yıllarında yaşamış olan yazar, Galatasaray Lisesindeki eğitiminden sonra Fransa'da yaşamış, Meşrutiyetten sonra yurda dönüp Osmanlı Bankası, Fransız ve Alman Şirketlerde ve Dışişleri Bakanlığında çalışmıştır.
  
Roman, Anı, biyografi, fıkra, antoloji türünde eserler vermiştir.
 Romanlarından Fahim Bey ve Biz Almancaya çevrilmiştir. Bir diğer romanı da Ali Nizami Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği.

Anı türündeki eserleri; Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları, Geçmiş Zaman Köşkleri.

Yahya Kemal'e Veda, Ahmet Haşim Şiiri ve Hayatı, İstanbul ve Pierre Loti ise biyografi türündeki kitapları.

 Abdülhak Şinasi Hisar hakkında Sermet Sami Uysal ve Necmettin Türünay tarafından yazılmış birer kitap da vardır.

 Çamlıcadaki Eniştemiz romanının kahramanı ''Deli Enişte'' ile bir döneme tanıklık edeceksiniz. Umarım yazarın diğer eserlerinden de okuyabilirim.


******


Kitaptan Alıntılar :


Bu eski zamanın lezzetli alemlerinden biri de sabah uyanışları ve tiryakilikleriydi. tembeller ve işsizler daha çok yorulurlar. Gece erkenden yatmışken sabahları insan kendini zorlamaz, gözlerini yorgun bir uykudan birer birer açar, fakat yine uykusu gelmiş gibi esner, gerinir, yavaş yavaş, perde perde açılır, uykusundan esneye gerine çıkar, içine sinmiş rüyalaradan hafif hafif sıyrılırdı. (s.61)


Eniştemizin diğer bazı huyları da belki deliliğine verilebilirdi ama, bunlar, tembelliğime uyduğundan, bana munis, hatta makul gelirdi. Mesela, eniştemiz hayatında intizam ile tatbik ettiği bir usul, iki sıkıntılı işi aynı zamanda takip etmek pek yorucu olduğundan, bunları sıralıyarak, her gün ancak bir tek sıkıntıya  katlanmak ve bir tek can sıkıcı işle meşgul olmak prensibiydi. (s.95)


Bazan bir ruhu kavramak için son derece iyi bir kalbe koşulu bir çift gözü görmek kafi gelir. Halamın gözleri büyükçe ve bakışları sıcak, yavaş ve anlayışlıydı. yeşilimtrak göz bebeklerinin saflığı ruhunun yalnız iyilikle olduğunu gösterirdi. (s.98 )



                                            

14 Ekim 2015 Çarşamba

Mine SÖĞÜT - Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey




 Mine Söğüt 1968 doğumlu, uzun yıllar gazetecilik yapmış.

  Daha önce  Beş Sevim Apartmanını okuyup paylaşmıştım sizlerle.   Deli Kadın Hikayeleri, Şahbazın Harikulade yılı 1979, Darbeli Kalemler, Dolapdere- Kürt Kediler, Çingene Kelebekler, Kırmızı Zaman da yazarın yazdığı eserler.

  Sıradışı kurgusuyla Madam Arthur Bey ve hayatındaki Her Şey okunmaya değer romanlardan.

Yazacağı yeni romanı için eski fotoğrafların peşine düşen Olcayto Ran, Madam Arthur Bey'in korkunç dünyası ve onun sırlarıyla tanışır.
Tahmin edemeyeceğiniz bir olay örgüsü var.

İlginç ve güzel bir roman okumak isteyenlere öneriyorum.



******


Kitaptan Alıntılar:


Her gerçek her zihinde yeni bir gerçekliğe bürünür. Kimse kimsenin hikayesini anlatamaz. Herkes herkesin hikayesini yeniden yazar. Anılar izafi. Tıpkı zaman gibi.  (s.74 )


Ama hiçbir şeyi unutmayacak. Unutmak istiyor ama unutamıyor. Çünkü kader yuvarlak. Ne yöne giderse gitsin, insan aynı yere varıyor ve aynı yollardan geçiyor. Bundan sonra da, bu zamana kadar yaşadıklarından başka şeyler yaşamayacak. ( s.111 )


Dünya çok büyük, zaman çok geniş. Bu büyüklük ve genişlik her şeye kadir. Varlıkları, gerçekleri ve istekleri birbirine karıştırabiliyor. İrili ufaklı delikler açıp her şeyi o deliklerden içeri/dışarı atabiliyor. Herkes herkes, her şey her şey olabiliyor. ( s. 115 )


  

29 Eylül 2015 Salı

Sibel K. TÜRKER - Şair Öldü



 Ben bir okur olarak kitabın içinde kaybolmayı seviyorum.

 Romanlarda kurgu  önemli  ama dili çok iyi kullanmak, o bildiğimiz sözcükleri yan
 yana getirirken oluşturulan derin anlam, betimlemelerin zenginliği, -ki yazarın hayal gücünün derinliğinin delilidir bence- içsel çözümlemeler beni yazılanla bütünleştirir adeta. 
Altını çizeceğim cümleler bulup çizmek, her an o sihirli dünyaya dönmemi sağladığı için mutlu eder beni.

  İşte Sibel K. Türker'in öykülerinde, romanlarında ben kayboluyorum adeta...

Seçilememiş bir yaşam, aile, kardeş, anne ve baba.
 Sevgiden, güzel ve iyi olandan yoksunluk kader mi?
 Dik durarak ayakta kalmaya çalışırken Ersin'in uğradığı farklı yaşamlar ana yola varmadan önce uğranan ara sokaklar sanki.

Şair Öldü, 2006 yılında yayımlanmış okunası bir roman.

 Sibel K. Türker'in ilk okuduğum romanı ''Benim Bütün Günahlarım'dı.''  Bloğumda Kasım 2013 te paylaşmıştım. 2014 Ağustos ayında  ''Hayatı Sevme Hastalığı'' ve ''Öykü Sersemi'ni,''  Şubat 2015 te ''Meryem'in Biricik Hayatı'nı'' ve Mart ayında ise '' Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu'nu''tanıtmaya çalıştım.


Öykü Sersemi ile 2005 Yunus Nadi Öykü Ödülü, Ağula ile 2006 Haldun Taner Öykü Ödülü, Hayatı Sevme Hastalığı ile 2012 Duygu Asena Roman Ödülü, 2013 Yunus Nadi Roman Ödülü ve Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödüllerini alan yazarın öykü ve romanlarınızı okuyanlar bana hak vereceklerdir. 

Henüz Sibel K. Türker'in kalemiyle tanışmayanlara ''Benim Bütün Günahlarım'' ile başlamalarını, ''Hayatı Sevme Hastalığını'' mutlaka okumalarını öneriyorum. Diğer öykü ve romanlarını nasıl olsa okumak isteyeceksiniz. 


******


Kitaptan Alıntılar:


  İnsanlar, üzeri yazılmamış beyaz kağıtlar gibi. Uçuşup savrulduklarını bilmiyorlar. Gitmelerinin ve gelmelerinin anlamını kavrayamıyorlar. Suskunluklarını arıyorum ben, demeyişlerini. Söyledikleri asıl bildikleri değil. Bildikleri, gördüklerinden uzakta. Kendi takdir ettikleri bir kıymetin içinde ışıldayıp körleşiyorlar.  (s.46 )


Ah, insan. Birinin zayıflığı diğerinin gücü olur; birinin suskunluğu diğerinin sesi. Fazla mı kötü niyetliyim? Fena bir şey söylemedi ki. Yabani bir hayvan gibiyim, okşanmaya gelemiyorum. Yalnızlık, tek olmak duygusu midemde erimeyen bir kemik gibi. Yutmuşum ama geri çıkaramıyorum. (s.57  )


21 Eylül 2015 Pazartesi

Robert DELIGE - GANDHİ





  Biyografi türünde pek kitap okuyamadım bugüne kadar. Ya okumak istediğim kişilerin biyografileri yazılmamış ya da aradığım zamanlarda istediğim kitabı bulamıyordum.

  Gandhi de okumak istediklerimdendi. Dost Kitabevi tarafından Temmuz 2015 te bu kitabın yayımlandığını görünce okumak istedim. Kitap 160 sayfa.

  Gandhi hakkında daha önce yazılan biyografileri okumadığım için kıyaslayamayacağım ama  kitabın tanıtımında bugüne kadar yazılan kitapların önemli bir kısmının kutsayıcı, ululayıcı bir vurguyla yazıldığı,  bu biyografinin ise ihtilaflı görüşleri göz ardı etmeden daha nesnel bir Gandhi portresi çizdiği belirtilmiş.
  
  Gandhi'nin 13 yaşında evlenmesi, üniversite öğretimini İngiltere'de yapıp İngiliz kültürüne uyumu ve sonrasında Güney Afrika'da yaşadığı yıllardan sonra Hindistan'a dönüp reformist, aktivist kişiliğiyle Hindistan'ın bağımsızlığı için üstlendiği rol ilginç.

 Gandhi anlatılırken putlaştırılmamış bu nedenle biyografiyi okurken zaman zaman verdiği kararlara, yaptığı hareketlere şaşırmamak elde değil.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar :


 Güney Afrika'daki ilk yılları yine de ulusal bir liderin doğuş yılları olur.Gandhi'nin ilk başkalaşımı burada gerçekleşir. Ömrü boyunca bir milliyetçi kalacağı için, bu dönüşüm daha da önemlidir. Onun hümanizması Hindistan'a ve Hintlilere dönük bu derin bağlılıktan asla ayrılmayacaktır. Kimi durumlarda, bir ''Hindu'' lideri olarak da görülecektir. Keza, Hindistan'daki müslümanların lideri Muhammet Ali Cinnah onu böyle niteleyecektir. (s.25 )


Gandhi, makalelerinde, zanaat endüstrisinin ve çıkrıkla yün eğirmenin meziyetlerini över. Giyim tarzı milliyetçiliğe bağlılık göstergesi olur, çünkü, eğer her Hintli yerli giysiler giyerse yerel üretim gelişecektir. Bu fikrin peşinden giden Gandhi yabancı giysiler giyen Hintlilerin Hintli kabul edilemeyeceğini ileri sürmekte tereddüt etmez. (s.63 )




20 Eylül 2015 Pazar

Sigrid UNDSET - Her Kadın Gibi




  Genellikle okuduğum kitapları hemen paylaşmayı tercih ediyorum ancak bu ay biraz tembellik yaptım. İki hafta kadar önce bitirdiğim bir kitaptan bahsedeceğim.
  
  Okumam gerekenleri araştırırken bu romanın tanıtımıyla ilgili iddialı cümleler ile 1928 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nün bu kitaptan dolayı yazarına verilmesi,  her dile çevrilmesi, yirminci yüzyıl edebiyatının şaheserlerinden diye bahsedilmesi ve yazarın  adını bile duymamış olmanın tuhaf etkisiyle edinip okudum ''Her Kadın Gibi'yi.

  Beklentimi yükselten  tanıtımdan sonra sizlere söyleyebileceğim sadece akıcı şekilde okunan bir kitap demek olacaktır! Bir derebeyi ile evlenen zengin bir kadının üst üste çocuk doğurması ve günlük yaşantısı. Sıkılmadan okuyabilirsiniz ancak beklediğim kurguyu  ve altını çizip not  edebilecek cümle de bulamadığımı belirtmeliyim.
Kısacası, mutlaka okuyun diyemeyeceğim bir roman.

Elips Kitap tarafından yayımlanmış ve 384 sayfa.


******


Kitaptan Alıntılar:


Her lohusalığından yine de güzel, daha sakinleşmiş olarak kalkmıştı. Genç omuzlarına yüklenen sorumluluklar her gün biraz daha artıyordu. Yanakları biraz zayıflamış, beyaz, geniş alnının altındaki gözleri daha ciddileşmiş, ağzı ise kırmızılığından kaybedip biraz daha zayıflamıştı. Bu gidişle vaktinden önce ihtiyarlayıp çökecekti... ( s. 137 )


  Skog'da şöyle bir adet vardı: Kiliseden dönüp avluda atlarımızdan indiğimiz zaman kaynatam Herr Björgulf, oğullarıyla beni yanaklarımızdan öperdi. Biz de onun elini öperdik. Sonra evli olanlar öpüşür, bizimle birlikte kiliseye gitmiş uşakların, hizmetçilerin ellerini sıkardık. Babanla Aasmund Amcan babalarından bir hediye aldıkları  zaman onun elini öperlerdi. Herr Björgulf'la karısı odaya geldikleri zaman oğulları ayağa kalkarlar, kendilerine oturun deninceye kadar oturmazlardı, önceleri bu haller bana tuhaf, acayip gelmişti. (s243)




9 Eylül 2015 Çarşamba

Barış BIÇAKÇI - Aramızdaki En Kısa Mesafe





Bir Barış Bıçakçı kitabı daha paylaşmak istiyorum sizlerle. Aramızdaki En Kısa Mesafe.
Yine sade dil hakim kitaba. B.Bıçakçı okuru yormuyor, adeta işini kolaylaştırıyor. Sade, anlaşılır bir anlatımı var. 

Öyküler yine bizden, bizim çocukluğumuzdan. Okurken benzer anılar geldi aklıma, yazarla yaşımın yakın olmasından da kaynaklı tabii.

Çocukların ağzından anlatılan öyküler, romanlar okuru hemen sarıyor. Yaşananlar karşısında çocukların nasıl algılayıp neler düşündüğü zaten başlı başına şaşırtıyor insanı. Aramızdaki En Kısa Mesafe'de bir çocuğun bize aktardığı öyküler, anılar...

 İlk aklıma gelen, bloğumda da tanıtımını yaptığım  Onca Yoksulluk Varken ve Momo da bir çocuğun anlatımıyla yazılan romanlara örnek.

Yazarın Bizim Büyük Çaresizliğimizden sonra okuduğum ikinci kitabı  ve elimde Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra da okunmayı bekleyen başka bir kitabı.

Keyifle okuyacaksınız...



******


Kitaptan Alıntılar:


  Kemal elinde süt bardağıyla pencereye çıktı. Sabırlı olmamızı söyleyerek sütünü içti. Bitirince, önceden albümden çıkardığı pulları avuç avuç savurdu. Bir sürü pul havada uçuşuyor, ellerimizi havaya kaldırmış tutmaya çalışıyorduk. Pulları havada yakalamak için peşlerinden koşmamız gerekiyordu. ( Pul Biriktirenler adlı öyküden s. 21 )


  Yarıyıl tatili olduğu için otobüsler pek dolu olmuyor. Zaten biri mutlaka yer veriyor anneanneme. Anneannem yine mantosunun eteklerini tutarak oturuyor. Eşarbını düzeltiyor. Çevresindeki insanlara bakıyor. Küçük çocuklarla göz göze gelmeye çabalıyor. Başarınca başını aşağı yukarı sallayarak onlara gülümsüyor. Kendi kendine Arapça bir şeyler mırıldanıyor.
  Sonra uyuyor. Başı öne düşüyor. Arkasından bakıldığında başsız gibi görünüyor. ( Anneannem ve Ben adlı öyküden. s.62 )



29 Ağustos 2015 Cumartesi

Hıfzı TOPUZ - Başın Öne Eğilmesin



       


  Sizlere daha önce Hıfzı Topuz'un Neyzen Tevfik'i anlattığı ''Çılgın ve Özgür'' ile Nazım Hikmet'i anlattığı ''Hava Kurşun Gibi Ağır'' adlı eserlerini tanıtmıştım. 1923 doğumlu hukukçu, gazeteci, yazar olan Hıfzı TOPUZ'un aldığı ödüller o kadar çok ki, yazmam adeta olanaksız. Okumaktan çok keyif aldığım bir yazar. 

  Yazar, İnceleme-Araştırma, Anı, Söyleşi ve Roman dallarında pek çok eser vermiştir. Bloğumda   paylaştıklarım dışında  Hıfzı Topuz'un yazdığı Tavcan, Taif'te Ölüm, Abdülmecid, Gazi ve Fikriye yi de keyifle okumuştum
2007 Orhan Kemal Roman Armağanını alan Başın Öne Eğilmesin'i okurken sadece Sabahattin Ali'yi tanımıyor, aynı zamanda tek partili Türkiye'nin son dönemine de tanıklık ediyorsunuz. O dönemin düşünce, ifade ve basın özgürlüğü aradan geçen onca yıla rağmen maalesef bugün de aynı sorunlarla boğuşuyor. Özgürlükler adına bir arpa boyu yol alamamanın farkındalığını yaşayıp, üzüleceksiniz.
Kitabın içindeki fotoğraflarla Sabahattin Ali'nin hayatında yer almış bazı kişileri  tanımak ise kitabın güzel olan başka bir yanı.

Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan romanın elimdeki 2013 yılı 12. basımı ve 259 sayfa.

Sabahattin Ali okurları, yazarı daha iyi tanımak istemez misiniz?

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  Dünyaya herkes kaderinde olan bir görevi yapmak için gelirmiş, bende zannediyorum ki sadece aşık olmak, zaman, yer ve mekan düşünemeden aşık olmak için gelmişim.   
  Bereket ki boylu poslu yakışıklı bir delikanlı değilim. O zaman böyle kendi kendime tutuşmakla kalmaz karşılık görür,işi gücü maceralara hasrederdim. Şimdi kendi kendime gelin güvey olurken başka işlerle uğraşacak, yazı falan yazacak zamanım oluyor. (s.56 )

 Dünyada bana  ''Ne istiyorsun?'' diye sorsalar hiç düşünmeden vereceğim cevap şudur: ''Anlaşılmak istiyorum.'' Biraz aklı başında olan hangi adama sorsalar vereceği cevap mutlaka bu olacaktır.
Herkesten uzak bir yerde, karanlık bir gecede, otların ve yıldızların bile sustuğu bir anda, hiç kımıldamadan yanımda duran sevgili bir vücuda kafamdakileri aktaracağımı ve onun da beni anlayabileceğini zannediyorum. (s.78 )



         

23 Ağustos 2015 Pazar

Latife TEKİN - Sevgili Arsız Ölüm





 Sevgili Arsız Ölüm, Latife TEKİN'in 1983 yılında yazdığı ilk romanı. Yazar, dokuz yaşında köyden ailesiyle birlikte İstanbul'a göç etmiş. Biyografisiyle romanın konusu kısmen  örtüşüyor gibi.

   Romanda, Dirmit' de ailesiyle birlikte büyük kente göç ediyor. Büyük kentte aile fertleri bir yandan iş bulmaya çalışıp yoksullukla mücadele ederken, bir yandan da duygusal, kültürel savrulmalar yaşıyorlar. Hurafeler, cinler, periler ailedeki kuralları belirliyor adeta. 

  Yazarın her ne kadar diğer kitaplarını henüz okumadıysam da, Sevgili Arsız Ölüm ilk roman denmeyecek ustalıkla yazılmış. Öyle akıcı ki, elinizden bırakamıyorsunuz. Okurken Yaşar Kemal'in İnce Mehmed' ini okuduğumdaki duyguya kapıldım, destansı bir anlatımı var. 

  Latife Tekin'in diğer romanları; Berci Kristin Çöp Masalları, Gece Dersleri, Buzdan Kılıçlar, Aşk İşaretleri, Ormanda Ölüm Yokmuş, Unutma Bahçesi (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2006 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü) ve Muinar.

 Bazı yazarların her yazdığını okumak istiyorum diyorum sıklıkla. Yine diyeceğim; ilk romanı bu kadar muhteşem olan Latife TEKİN'in diğer romanlarını da merak ettim, okumalıyım.

Daha önce farklı yayınevleri tarafından pek çok kez basılan romanın elimdeki İletişim Yayınları tarafından 2013 yılında yayımlanmış ilk baskısı, 240 sayfa.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar :


  Dirmit başını cama dayayıp sessizce tulumbanın kuyruğunu sallamasını, ağzını aya dikip ulumasını seyretti. Seyrede seyrede yüreği taştı. Usulca kalkıp bahçeye indi. Tulumbanın başına başını dayadı. Bir tulumba ağladı, bir o ağladı. Onlar ağlarken ay tarlaların üstüne düşüp parçalandı, yıldızlar söndü. (s.70)


  Dirmit, Mahmut'un gitarının, boyalı çamurun ve radyonun sonuna uğramasından sonra, annesiyle ilgili yepyeni bir şey keşfetti. Eline hiç bir şey almadan kendini verecek bir şey bulursa, Atiye'nin dilinden kurtulabileceğini anladı. Günlerce Atiye'yi kendisinden şüpheye düşürmeyecek bir şey aradı. Sonunda hem kendini Atiye'ye iyi göstermenin, hem de evde annesinin dizinin dibinde oturup gönlünü gezdirmenin bir yolunu buldu. Şiir yazmaya karar verdi. (s.178 )


  Dirmit o günden sonra hep sözcüklerden bir yorgana sarındı. Sözcüklerden bir yatağın üstünde uyudu. Sözcüklerden yapılma bir sandalyenin üstünde oturdu. (s.179)



21 Ağustos 2015 Cuma

Mine SÖĞÜT - Beş Sevim Apartmanı Rüya Tabirli Cinperi Yalanları





 Okumakta geciktiğim ne kadar çok yazar var...  Mine Söğüt de bunlardan biri. 1968 doğumlu, uzun yıllar gazetecilik yapmış.

  Deli Kadın Hikayeleri, Şahbazın Harikulade yılı1979, Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her şey, Darbeli Kalemler, Dolapdere- Kürt Kediler, Çingene Kelebekler, Kırmızı Zaman yazdığı eserler.

  Bundan önce romanını tanıttığım Barış Bıçakçı gibi, Mine Söğüt'de öncelikle okuyacağım yazarlar listeme eklendi.

  Beş Sevim Apartmanında yazarın hayal gücü ve bunu okura sade dille aktarımı öyle başarılı ki, umduğumdan da çok beğendim romanı.

  Pürtelaş Sokağında beş katlı, beş odalı, beş pencereli Beş Sevim Apartmanında geçiyor hikayeler. Roman doktor Samimi'nin hüzünlü yaşam öyküsüyle başlıyor ve kendisi gibi başı cinlerle perilerle dertte olan beş akıl hastasını hastaneden yasadışı yollarla kaçırarak apartmanına yerleştirmesiyle devam ediyor. Her hastanın hikayesi farklı, Gerçekle, cinli perili dünyayı harmanlayan kurgu öyle başarılı ki, mutlaka okunmalı diyeceğim kitaplardan. Bende armağan etmek için yenilerini edineceğim.

  Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:



  Rüyada ipek elbise görmek, gören kimse için aşka işarettir. Rüyada kırmızı ipek elbise gören, karşılıksız aşkla tanışacak demektir. Rüyayı gören sevilecek ama seven, sevilenin sevdiceği olmayacaktır. (s.40)


  Bildiği her şey hayallerle süslüydü. Gerçek, onun ulaşamayacağı kadar derine gömülmüştü. O da bildiği tek şeye, hayale sığınmaya karar verdi. Ve kendini bir cüce olduğuna inandırdı. 
  O cüceydi yani hiç büyümeyen bir bebek; annesi de onun cüce olduğuna inanan ve buna çok üzülen bir melek  (s.47 )


Ben kendimi bildim bileli yalan söylüyorum. Herkese ve en önemlisi de kendime. Anlattıklarım gibi düşündüklerimin, hatta geçmişimin bile yalan mı yoksa gerçek mi olduğunu hiç bir zaman bilemiyorum.Ağzımdan ilk çıkan kelimenin yalan olması bendeki bu zedelenmiş kişiliğin doğuştan olduğunun en önemli kanıtı diyor doktor. Ben onun yalancısıyım! (s.86)


17 Ağustos 2015 Pazartesi

Agatha CHRISTIE - On Küçük Zenci





  Agatha CHRISTIE' yi tanımayan, okumayan yoktur herhalde. Polisiye türü kitap pek okumasam da, yazarın klasikleri arasında yer alan On Küçük Zenci'yi okuyup sizlerle de paylaşmak istedim.

Yazar meşhur Belçikalı dedektif Hercule Poirot tipini bu romanında yaratmıştır ilk kez. Daha sonra yarattığı yaşlı, sevimli, amatör dedektif kız tiplemesi Miss Marple da çok sevilmiştir.

İngiliz vatandaşı olan yazara 1971 yılında ''Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı'' ünvanı verilmiştir.

  On Küçük Zenci romanında birbirini tanımayan ve geçmişte bir şekilde birilerinin ölümüne sebep olmuş on kişinin bir adaya davet edilip, esrarengiz şekilde öldürülmeleri anlatılır.  Evde duvarda asılı bulunan On Küçük Zenci Şiirindeki sırayla ve kurguyla cinayetler işlenir. Cinayet ancak katilin intihar etmeden yazdığı mektupla aydınlanır.

Bir çırpıda, heyecanla okumak isteyenler için güzel bir kitap.

Keyifli okumalar...


Kitaptan Alıntılar:


On Küçük Zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı.Kaldı dokuz.
Dokuz küçük Zenci geç yattı,
Sabah biri uyanmadı. Kaldı sekiz.
Sekiz küçük Zenci Devon'u gezdi,
Biri geri dönmedi. Kaldı yedi.
Yedi küçük Zenci odun yardı,
Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı.
Altı küçük Zenci bal aradı,
Birini arı soktu. Kaldı beş.
Beş küçük Zenci mahkemeye gitti,
 Biri idama mahkum oldu. Kaldı dört.
Dört küçük Zenci yüzmeye gitti,
Birini balık yuttu. Kaldı üç.
Üç küçük Zenci ormana gitti,
Birini ayı kaptı. kaldı iki.
İki küçük Zenci güneşte oturdu,
 Birini güneş çarptı. Kaldı bir Zenci.
Bir küçük Zenci yapayalnız kaldı.
Gidip kendini astı. Kimse kalmadı.   (s.28 )



12 Ağustos 2015 Çarşamba

Barış BIÇAKÇI - Bizim Büyük Çaresizliğimiz






   1966 Adana doğumlu Barış BIÇAKÇI' nın  şiir kitaplarından sonra Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, Veciz Sözler, Aramızdaki En Kısa Mesafe, Baharda Yine Geliriz, Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, Sinek Isırıklarının Müellifi adlı kitapları  yayımlanmıştır.

  Hani bazı yazarlar vardır her yazdığını merak eder, okumak isteriz. Benim o yazarlar listeme Barış Bıçakçı'da eklendi. Bundan sonraki kitap siparişimde okumadığım diğer kitapları yer alacak yazarın.

 Yalın, akıcı, yormayan bir anlatımı var bir o kadar da güçlü bence.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz  2004 yılında yayımlanmış.Elimdeki İletişim Yayınları tarafından 2015 basılan 12. baskısı, 167 sayfa.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar :


  Ayrılıp birleşmelerle dolu yorucu bir dönem başladı. Lise fizik kitabımızın kapağındaki bilye gibi, bizde yere her çarptığımızda daha az yükseliyorduk. Sonunda, bir süre yerle bir gidip durduk. Ayrıldık.  (s.36 )


 ''Freud tanısaydı severdi beni.'' Sense bana boş boş bakmış, mutfak tezgahının yanlış eğimi yüzünden ocak tarafında, su ısıtıcısının arkasında biriken suyu, süngerle almaya devam etmiştin. (s.70 )


  Yıldızlı bir gecede, gökyüzünün altında kendini acemi ve çaresiz hissedersen, bu, yıldızlara bakarak başka şeyler düşündüğün içindir. Yıldızlara bakarak sadece yıldızları düşünmek gerekir. (s.143 )



29 Temmuz 2015 Çarşamba

Düş İkindileri - Mümtaz TİFTİK





  Son yıllarda önceki yıllara göre daha çok öykü okur oldum. Farklı yazarlardan farklı tekniklerle yazılmış, her biri ayrı tatda öyküler. Okudukça okuyasım geliyor derler ya, öyle işte.
Düş İkindileri de bir öykü kitabı.

  Yazarı Mümtaz TİFTİK 1957 doğumlu, edebiyat yaşamına şiirle başlamış. Panayır Zamanı ve Güz Tutulmalarından sonra üçüncü öykü kitabı Düş İkindileri Mart 2015 de yayımlanmış.


  Düş İkindileri Nezih-Er Yayınları tarafından yayımlanmış, 128 sayfa.  Kitapta beş öykü var. Poyraz Rıza, Gazoz, Halime, Kıvırcık, Sarı Öküz.
 Okurken Anadoluya, o zaman dilimine gidiyor, yaşıyorsunuz adeta.

Öyküler akıcı, sade dille yazılmış, betimlemeler güzel,  okunası... Sıkılmadan, severek okuyacaksınız.
Bende yazarın diğer kitaplarını okuyacağım ilk fırsatta.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:



  Beyaz mevsimin odalarına tutsak ettiği ebruli sesler, dışarıya taşmış, cadde ve sokakları doldurmuştu. İnsan beyaz mevsimin sarıp sarmaladığı sıkıntılardan sıyrılmış, yeğnilmişti. Şehri iki yakaya ayıran derenin soğuk suyu ela ela çağlıyordu. Kıyılarında eşleşen çınar ağaçları, serin düş harmanında  kıpırdanıp duruyordu. (s.38 Halime adlı öyküden. )


  Şehir, soğuk mavi bir kubbenin altında serin güz sonunu yaşıyordu. Sırça günler ardı ardına hızla eriyip  kayboluyordu.
  Cadde üzerinde uzanan yaşlı çınar ağaçlarının bronz renkli yaprakları ara ara esen yelin önünde savunmasız, oradan oraya savruluyordu. İş yerlerini kapatan sanayi esnafı, küçük masa başı memurları, okullarında derslerini bitirerek sökün eden öğrenciler cadde ve sokakları doldurdular. Cadde ve sokakları dolduranların her biri, bu düş ikindisinde gün yorgunu bedenleriyle ağır ağır evlerinin yolunu tutuyorlardı  (s.72  Kıvırcık adlı öyküden. )                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Veba - Albert CAMUS

   

1957 de Nobel Edebiyat Ödülü alan Albert CAMUS, 1913- 1960 yıllarında yaşamış ve Cezayir doğumludur. Daha çok ''Yabancı'' adlı romanıyla tanınır. Ölümünden sonra Mutlu Ölüm ve İlk Adam adlı romanları yayımlanmıştır.

   Roman, yazarın sıradan, sıkıcı dediği Cezayir'in Oran kentinde geçer. Yazarın ağzından anlatılan romanda veba salgınıyla birlikte insanların özgürlüklerinin kısıtlanması, mücadele ederken kadercilik, din, umutsuzluk gibi kavramlar işlenmiş, psikolojik değişimler güzel işlenmiş.

 Okurken ister istemez o durumda bireysel davranmaktan kurtulup toplumsal bilince uygun davranabilirmiydim diye düşündüm. Bilemedim doğrusu.
 
  Okunması gereken romanlardan ancak yaz aylarında tatil ruh halindeyim diyenlere daha sonra okumalarını öneriyorum naçizane.

  Keyifli günler, keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar :


  Grand'a göre hikayenin devamı çok basitti. Herkes için böyledir bu: Evlenilir, biraz daha sevilir, çalışılır. Sevmeyi unutana kadar çalışılır. (s.87 )


  Bir mesleği olanlar işlerini vebanın gidişine uygun yapıyorlardı, titizlikle ve abartısızca. Herkes alçakgönüllüydü. İlk kez olarak, sevdiğinden ayrı düşmüş olanlar, uzaktaki kişiden söz etmekten, herkesin kullandığı dili kullanmaktan, ayrılıklarını veba istatistiklerin andıran bir açıdan değerlendirmekten kaçınmıyorlardı. O zamana kadar, çılgınlar gibi acılarını toplumsal felaketten ayrı tutmuşken şimdi duygusal karmaşayı kabulleniyorlardı.  (s.183 )



   Kuşkusuz aşkımız yerinde duruyordu; ama yalnızca artık kullanılamaz durumdaydı; taşınması güç, içimizde bir taş gibi kımıltısız, cinayet ya da mahkumiyet gibi kısırdı. Geleceği olmayan bir sabırdan ve inatçı bir bekleyişten başka bir şey değildi artık.  (s. 185 )
 

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Bir Gözyaşı Bir Gülümseme - V. Ahsen COŞAR




   '' Bir Gözyaşı Bir Gülümseme'' V. Ahsen Coşar'ın denemelerinden oluşan ilk kitabı.

1949 doğumlu V. Ahsen COŞAR, Ankara Baro Başkanlığı, Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı, Karadeniz Ülkeleri Barolar Birliği Başkanlığı yapmış, akademik çalışmalarda bulunmuş başarılı hukukçu kimliğiyle tanıdığımız biridir.

  Yılların entellektüel  birikimini, yaşanmışlıklarını yansıttığı denemeleri büyük bir keyifle okurken bilgilendim, notlar aldım, bazen de yazarın dinlediği müziği dinledim.
 Ne kadar güzel şeyler biriktirmiş, okurlarıyla paylaşmış...

 Elinizden bırakmak istemeyeceğiniz nitelikte bir kitap okumak istiyorsanız, buyrun Bir Gözyaşı Bir Gülümseme sizi bekliyor.

 Bende şimdiden V. Ahsen Coşar'ın bundan sonra yazacağı  kitabını  beklemeye başladım bile.

Siyasal Kitabevi tarafından Nisan 2015 te yayımlanan kitap, 471 sayfa.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  Kendime hizmet etmek, kendimi oldurmak için okuyorum. Nietzsche'nin 'Küçük Şeyler Teorisi'nde' tavsiye ettiği şeyleri yapıyorum. Bu amaçla kendimi gezdiriyorum. Sadece çevrede gezdirmiyorum kendimi. Aklımın, ruhumun, yüreğimin, vicdanımın derinliklerinde de gezdiriyorum. Zira 'insanın en büyük mücadelesinin, ruhunun sessiz odasında kendisini dinlemesi ve hatta kendisiyle hesaplaşmasıyla ' geçtiğine inanıyorum.  ( Hizmet Etmek!  s.48 )


Toplum olarak biz de Meksikalı gibi dip dibe yaşadığımız halde birlikte yaşama terbiyesinden yoksun değil miyiz? Biz de sevmekten, ilişki kurmaktan daha çok birilerine sığınma, birileri tarafından korunma, himaye edilme duygusuyla ya da içgüdüsüyle yaşamıyor muyuz?  (Yalnızlığın Dolambaçlı Yolu s.273 )


Kendimize rehberlik edecek, yönümüzü, amaçlarımızı belirleyecek bir siyaset ve yaşam felsefemiz, vizyonumuz yoksa eğer, yaratamayız.
Yaratamadığımız zaman da, Erich Fromm'un söylediği gibi, yıkarız. Zira yaratamayan insan yıkar. (Bay Kerner'in Öyküleri s.445 )



30 Haziran 2015 Salı

Sibel K. TÜRKER - Hayatı Sevme Hastalığı





  Benim Bütün Günahlarım ve Öykü Sersemi'nden sonra  bu kez de sizlerle Sibel K. TÜRKER'in 2013 Yunus Nadi ve 2012 Duygu Asena Roman Ödülleri'ni alan romanını paylaşacağım.

Romanın kahramanı Ayda, yetimhanede büyümüş, annesini sonraki yıllarda tanımış, hayatını film seslendirmeleri yaparak-daha sonraları da şarkı söyleyerek- kazanan bir kadın. Onun aşkıyla değer bulduğunu hissettiği sevgilisi Gurur'un yaşamından ansızın çıkıp kayıplara karışmasıyla hayatı alt üst olur.
Komşusu  Neşe'nin hikayeleriyle birlikte Ayda'nın yaşamı,  aşkı, ölümü, yazgıyı sorgulaması, Gurur'la birlikte  Ayda'yı kaybettiğini düşünmesi okura çok güzel yansıtılmış.
Aşkın kaybıyla birlikte yaşama direncinin düşmesi,  ateşli hastalığın etkisinde geçen zor günler ve Ayda da küllerinden doğacaktır elbet.

Hayatı Sevme Hastalığı'nı okurken sizde Ayda ile birlikte kendinizi, aşkı, acılarınızı,  kısaca yaşamınızı   sorgulayacaksınız. Farklı yaşamlarda da yaşananlar aynıymış diyeceksiniz!

 Romanın kurgusu, dili, akıcılığı gerçekten güzel, ödülleri ve okunmayı hak ettiğini göreceksiniz.
Bu romanı okumanızı, bilhassa kadın okurların okumasını ısrarla öneriyorum...

Bende Sibel K. TÜRKER okumaya devam edeceğim tabiiki!

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


Hastalık, ruhun dışarı çıkmayı, böylece senin eskimiş, köhne bedeninden ayrılıp başına buyruk gezip dolaşmayı istemesinden başka bir şey değil. Ve sanıyorum ayrılk da bir hastalık.   (s.13 )


Neşe diyor ki: ''Ben küçükken babamı Allah zannederdim. Ve annemim öğrettiği Arapça duaları da babamla aramızdaki gizli bir dilin başlangıç cümleleri sanırdım. Annem bu dili biraz bilirdi. Abim anlar ama knuşamazdı. Sofraya ailece otuduğumuzda ve babam benden ekmeği uzatmamı istediğinde mesela, öyle utanırdım ki içimden Fatiha okuyarak verirdim ekmeği babama. Yani o gizli dili öğrenmeye başladığımı duysun ve bana bir işaret göndersin, mesela gülümsesin, diye.   (s.104 )


Kadınlar her şeyi çocuklaştırarak severler. Aptalca ama bu böyle. Renkleri, çiçekleri, böcekleri, gökyüzünü, babalarını, bedenleri, ruhları, evlerini, kendilerini... Sevmek bir kadın için hükmetme sanatıdır ve en iyi de çocuklara hükmedilir. Bu durumda yeryüzüne gelmiş tüm erkekleri seven tüm kadınlar onları cenin pozisyonuna getirerek belli bir yaşa kadar büyütür, sonra da öbür dünyaya gönderirler.   (s.113 )


Neticede Gurur, ökseye tutulmuş kuş gibi aylarca içimde yaşamış, benden beslenmiş, kanımı, canımı emmiş ve şimdi de özgürlüğünü kazanarak uçup gitmişti. Hapishanemi saygısızca kullanmış, içine etmiş ve hiç bir şey ödemeden de gidivermişti. Kafesin kapısını ne zaman ve neden açtığımı hatırlamıyordum; belki de sahneye çıktığım gece olmuştu bu.  (s.235 )




                                                                                  

3 Haziran 2015 Çarşamba


''Gitmek'' sadece bir eylemdir.
''Unutmak'' ise kocaman bir devrim...

Saygıyla anıyoruz Nazım Hikmet'i..

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Hakkı İNANÇ - Ateş Etme Silahsızım



 Yeni yazarları okumaya,tanımaya çalışıyorum. Bloğumda daha önce tanıttığım Bozuk, Hakkı İnanç'ın ilk kitabı idi. Ateş Etme Silahsızım da ikinci kitabı. 
  
  İlk kitabıyla 2013 Selçuk Baran Öykü Ödülünü alan Hakkı İnanç'ın öyküleri birbirinden etkileyici. Bazı  öyküleri okurken soluklanmak için ara verdim. Sıradışı, çarpık yaşamlar öyküleştirilirken o kadar normalmiş gibi aktarılmış ki, gerçekten ara verip, soluklanıp devam ettim. Hakan Günday'ın ''Daha'sını'' okurken de yoğun yaşamıştım bu duyguyu.

 Bozuk'tan sonra aynı tadı bu kitabında da yakaladım. Sıradışı, zengin hayal gücü, sade ve güçlü anlatım.Yazacağı  yeni kitabını düşünmeden alır, okurum dedirttiriyor adeta.

Kırmızıkedi Yayınlarından çıkan kitapta on beş tane öykü var, doksan altı sayfa.

Hakkı İnanç yazdıkça, ben de okuyacağım, sıkılmadan kısa ve sıradışı öyküler okumak isteyenlere öneriyorum.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  Dünyamız ucuz bir kar küresi ve her ters çevrilişinde, tutunamayıp kar tanelerine karışıyoruz. Oysa varlığımız ağır; düştük mü aşınıyor sevgimiz. Gülen gözlerimiz, güzel burunlarımız, virgüle kıvrılan dudaklarımız ve pürüzsüz tenimizden, taşlaşmış bir öfke kalıyor geriye. Gün geliyor, o öfke tuzla buz ediyor küreyi. Başka bir hayat bilmediğimizden, balıklar gibi çırpınarak ölüyoruz. (  Şirinler'i Gören Çocuk adlı öyküden  s.21 )


  Hiçbir emelime erişemedim hayatta. Çok istersen olur, demişlerdi. Belki de bir ceviz ağacının altında düşlemeliydim öğretmenliği ya da yağmurlu bir günde şemsiyemi unuttuğum gibi unutmalıydım dileğimi de, kırmızı bir tente misali çıkıvermeliydi karşıma. Kalbimin ucu kıvrıldı açıp bakmaktan. Başka bir aşk yazılmadı yerine.  (Pinokyo adlı öyküden. s.42 )



26 Nisan 2015 Pazar

Hıfzı TOPUZ - Çılgın ve Özgür ''Neyzen Tevfik'in Romanı''



  1923 doğumlu hukukçu, gazeteci, yazar olan Hıfzı TOPUZ'un aldığı ödüller o kadar çok ki, yazmam adeta olanaksız. Okumaktan çok keyif aldığım bir yazar. 

  Yazar, İnceleme-Araştırma, Anı, Söyleşi ve Roman dallarında pek çok eser vermiştir.  Romanlarından Nazım Hikmet'i anlatan ''Hava Kurşun Gibi Ağır'',  ''Taif'te Ölüm'', ''Gazi ve Fikriye'yi'' okumuştum. Sabahattin Ali'yi anlatan ''Başın Öne Eğilmesin'' de okunmayı bekleyen kitaplarım arasında.

  Hıfzı Topuz'u okurken bir dönem ve roman kahramanı olan kişiye ilgili bilgilendiğimi, aydınlandığımı düşünüp mutlu olurum.

   Bu romanda da Neyzen Tevfik hakkında bildiklerimizin ne kadar yüzeysel, eksik ya da yanlış olduğunu anlayıp, bilgileneceğiz. Tabii Hıfzı Topuz'un sade, akıcı cümleleriyle. Elinizden bırakamayacağınız bir roman, okumanızı öneriyorum.

  Neyzen Tevfik'in çocukluğundan beri farklı, zaman zaman tesadüflerle de olsa edindiği bilgi birikimiyle bohem yaşamı seçişine tanık olacağız. Baskı rejimlerinde ''Çılgın ve Özgür'' olması, zaman zaman işi deliliğe vurması bence işe yaramış.

Diğer anlatımla; Neyzen Tevfik, zamanından çok önce dünyaya gelmiş, yaşarken pek de anlaşılmamış bir filozof, müzisyen.

Okunmalı...


******


Kitaptan Alıntılar:


  ''Rakıya çocukluğumda başlamıştım. Bir gün evde rakı bulamadım ve bayıldım. Babam, annem ve konuklar başıma üşüştüler. Lokman ruhları, kolonyalar, limonlar hiçbiri fayda etmiyordu. Babam, ''Ben şimdi onu ayıltırım,'' diyerek hemen köşedeki dükkana koşmuş, rakı, şarap, konyak ne bulduysa almış. Bunları bir tencereye boşaltmış ve kaşık kaşık ağzıma dökmeye kalkmış. Bu yetmemiş, sonra da bu garip içkiyi kepçeyle ağzıma boşaltmaya kalkmış. o gün kendime gelmişim.''  ( s.162  )


  ''Neyzen, her zaman yönettiği kalenderlik okuluna yetenekli öğrencileri kabul eder, meyhane meyhane dolaştırır, rakı içmeyi, ney dinlemeyi, çifte kağıt açmayı, dünyaya hayran hayran bakmayı öğretirdi. Canı isteyince tekkeye döner gibi Bakırköy'e sığınırdı. Başı derde girince, esrarı, afyonu, içkiyi, küfürü, taşlamayı fazla kaçırdığı zaman kendiliğinden Bakırköy'e gelir, bir- iki ay dinlenirdi. Neyzen'in yatağı her zaman hazırdı. ''  (s.182  )


Nerede Neyzen'in o eski taşlamaları, okları ve haykırışları...
Artık şu tür şeyler yazıyordu:

    Hepsi göçtü yoldaşların hiçbiri yok
    Sen mi kaldın kafileden böyle ırak
    Postu sermekse meramın yola, serdirmezler
    Haydi gölgenle beraber silinip gitmene bak


31 Mart 2015 Salı

Ursula K. Le GUIN - Aya Tırmanmak



  Ursula Le GUIN, Okumakta çok geciktiğim Amerikalı yazar. Edebiyat eğitimi almış 1929 doğumlu yazar, fantastik öykü ve romanlarıyla tanınır. 1974 de Mülksüzler'e kadar altı tane bilimkurgu romanı yazmıştır.

  Yerdeniz dizisini  beşleme haline getirmiştir. Bilimkurgu benim okuma alanıma biraz uzak ama ''Aya Tırmanmak'ı'' okurken, Alice Munro'nun öykülerini tanımladığım, ''roman gibi'' öyküler dedim içimden. 

Sizlerle paylaşmak için yazarın biyografisini araştırırken, roman kahramanlarının sıradan genç güzel kadın ve erkek kahramanlardan uzak, çaresiz ya da yaşama cesaretini vurgulayan yaşlı, çaresiz, cılız, sakat, tecavüze uğramış kişilerden seçerken, erkek okurları rahatsız etmeden feminist teoreme hakimiyetini de işler.  Tabii bunlar benim araştırdıklarımdan size aktardıklarım ki, yazarı gözümde daha da ilginç, okunası kıldı.

  Metis Yayınları tarafından yayımlanan kitapta on sekiz tane öykü var. Konular sıradışı, anlatıma kapılıyorsunuz. Ama naçizane fikrim, bazı yazarları okuyabilmek için ''iyi okur'' olmak gerekir ya, edebiyatın içine dalmayı seven okurların çok seveceği kesin.

  Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alınılar:


  Ann'in babası çiftlik evinin aşağısındaki kaynaktan  küçük bir gölet yapmıştı yenilerde. Öğle yemeğinden sonra  onu görmeye gitmişlerdi. Suyun karşı kıyısındaki yüksek, çıplak, srı tepede atlar otluyordu. Suyun seviyesi yağmur mevsimindeki en üst çizgiden  yaz seviyesine inmiş, kırmızı, çamurlu bir kıyı bırakmıştı. ( Dört Buçuk adlı öyküden s. 32 )
  

  Ama ruhumu yaptığım halde onunla ne yapacağımı bilemiyorum. Onu kim ister? Altmış yıl yaşadım. Bundan sonra yapacağım şeyler daha önce yaptıklarımın aynısı ama daha azı, gittikçe güçsüzleşecek, hastalanacak, küçülecek, kendi üzerimde büzüşecek ve öleceğim. Yaptığım ya da bildiğim şeyler her ne  olursa olsun. Kelimelerin bir anlamı yok.  (Ethergezer adlı öyküden s.112 )


  Anne sakin ol. Ağlayıp beni de ağlatma. Kış geldi mi geri döneceğim baharda gideceğim. Sümbülleri getireceğim. Artık bana güvenebilirsin, çocuk değilim artık. İyi de hem senin kızın hem onun karısı nasıl olabilirim?  ( Çocuk Gelin adlı öyküden s. 143 )






19 Mart 2015 Perşembe

Sibel K. TÜRKER - Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu





 Sibel K. Türker'in ilk okuduğum romanı ''Benim Bütün Günahlarım'dı.''  Bloğumda Kasım 2013 te paylaşmıştım. 2014 Ağustos ayında  ''Hayatı Sevme Hastalığı'' ve ''Öykü Sersemi'ni,''  Şubat 2015 te  ise''Meryem'in Biricik Hayatı'nı'' tanıtmaya çalıştım.

Ağula ile 2006 Haldun Taner Öykü Ödülü, Hayatı Sevme Hastalığı ile 2012 Duygu Asena Roman Ödülü, 2013 Yunus Nadi Roman Ödülü ve Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödüllerini alan yazarın öykü ve romanlarınızı okuyanlar bana hak vereceklerdir. Henüz Sibel K. Türker'in kalemiyle tanışmayanlara ''Benim Bütün Günahlarım'' İle başlamalarını, ''Hayatı Sevme Hastalığını'' mutlaka okumalarını öneriyorum. Diğer öykü ve romanlarını nasıl olsa okumak isteyeceksiniz.

 Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu''nu benim için daha özel kılan şey ise; Sibel K. TÜRKER tarafından çok sıcak, anlamlı cümleler yazılarak bana armağan edilmesidir.

On dört öykünün yer aldığı kitabı severek okudum. Sibel.K. Türker öykülerinin hepsi birbirinden farklı güzellikte, öyküleri üst üste değil de, ara verip okumak, önceki öykünün yoğunluğunu hissetmek adına bana daha iyi geldi.

Yazarın henüz yazmakta olduğu kitabının bitimini merakla bekliyorum.


******


Kitaptan Alıntılar :


  Bu hikayeleri bana yazdıran sadece efsunlu bahar havası değildir sanırım. Kime sorsanız aşk hakkında söyleyecek az çok bir şeyi vardır. Kış ya da yaz, bahar ya da sonbahar, hiç fark etmez. Kim, karşıdır ona kimi de tarafında yer alır.  (Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu adlı öyküden. s.36 )


 Tuhaf biriyim ben. İnsanlarla birlikte yapılan her edim beni zorluyor, güneş altında yokuş tırmanmış kadar terli ve yorgun bir halde döne dolaşa asil, üzerinde henüz yürünmemiş karlı bir bahçe kadar bakir yalnızlığımı arıyorum. Sessizlik bir tapınak ve ben insanlığın gürültüsünden rahatsız olan bir tanrıya inanırım.  ( M( Ünzevi)19 adlı öyküden. s.37  )


 İnsanlar denli kaygısız olabilmek bana yasak kılındı. Özgürlüğüm alındı elimden, sayfaların haçına çivilerle tutturuldu ruhum. Aptal gibi kurtuluşumu beklerken, daha çok, daha çok yazar oldum. Bu ödediğimdir benim. (Rüya Kaçakçısı adlı öyküden. s.140 )

18 Şubat 2015 Çarşamba

Sibel K. TÜRKER - Meryem'in Biricik Hayatı



  Daha önce Benim Bütün Günahlarım, Öykü Sersemi ve Hayatı Sevme Hastalığı'nı paylaştığım ve yazdıklarını büyük bir keyifle okuduğum Sibel K. TÜRKER'in bu kez de Meryem'in Biricik Hayatını okudum.

  İtiraf ediyorum, diğer öykü ve romanlarına göre biraz zorlanarak okudum. Konu, işleyiş gayet güzel ancak zaman ve olaylar arasındaki gidiş gelişleri takip etmekte biraz zorlandım.

 Gazeteci Ela'nın cinayet sonrası Meryem'in hayatını  yazı dizisi olarak yazmaya çalışırken başka hayatlar ve kendi gerçekleri arasındaki gelgitleri, hayatı, aşkı, dini, yaşama dair pek çok gerçekliği sorgulaması ve bu sorgulamaları yaparken adeta kaybolmasının romanı. Ancak okuyacağınız ilk Sibel K. Türker kitabı olmamalı bence.

  Henüz Sibel K. Türker'in kalemiyle tanışmayanlara ''Benim Bütün Günahlarım'' İle başlamalarını öneriyorum. Diğer öykü ve romanlarını nasıl olsa okumak isteyeceksiniz.


Ağula ile 2006 Haldun Taner Öykü Ödülü, Hayatı Sevme Hastalığı ile 2012 Duygu Asena Roman Ödülü, 2013 Yunus Nadi Roman Ödülü ve Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödüllerini alan yazarın öykü ve romanlarınızı okuyanlar bana hak vereceklerdir. 


******


Kitaptan Alıntılar:


  Pis bir yara kabuğu gibi İstanbul'un derisinin üstünde, yüzeyinde soyulmayı bekleyerek duran bu yüzlerce mahalle sanki şehirden ayrı düştüğüne üzülür gibiydi. Evler daha çok yalnızlık çekmemek için birbirine yapışmış, öyle ayakta duruyordu sanki. Sanki çift yönlü bir gurbet duygusunun  içindeydiler.  ( s.68 )


  Allah yazısını düzeltmek istese herkesi öldürmesi ve baştan yaratması gerekecekti. Kader, düpedüz saçma bir şeydi. İşte Hekim, ablasının ihtiyarlamış, işe yaramayan kocası neden yaşıyordu? Cihangir, o aslanlar aslanı neden  pisi pisine ölmüştü? Temiz bir ölüm mümkün müydü?  (s.84 )


  ''Şimdi beni sana göndersem ey Tanrım, kendi yarattığını tanıyabilecek misin?''     (s.101 )




12 Şubat 2015 Perşembe

Yazar Sibel K.TÜRKER' le Buluşma...





   Bir okurun çok kitap edinme ve okuma isteği dışında hayalini kurduğu şeylerden biri de sevdiği bir yazarla tanışıp söyleşmektir. Kim istemez ki?  Bu isteğimi gerçekleştirdiğim için mutluyum.

  Sibel K. TÜRKER, çok severek okuduğum yazarlardan biri. Anlatımındaki derinlik, akıcılık ve kurguya kapılmamak elde değil. Bazen öykülerini okurken öyle yoğunlaşıyorum ki, ara verip soluklanıyor daha sonra sindirerek okuyorum.

Sıcak bir dost ortamında tanıştık, sohbet ettik. Kitaplar imzalandı, son öykü kitabı ''Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu'nu'' armağan etme nezaketini gösterdi.

   Sibel K. Türker'in ilk okuduğum romanı ''Benim Bütün Günahlarım'dı.''  Bloğumda Kasım 2013 te paylaşmıştım. 2014 Ağustos ayında ise ''Hayatı Sevme Hastalığı'' ve ''Öykü Sersemi'ni'' tanıtmaya çalıştım.'' Meryem'in Biricik Hayatı'' ve ''Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğunu'' ise halen okuyorum.

Ağula ile 2006 Haldun Taner Öykü Ödülü, Hayatı Sevme Hastalığı ile 2012 Duygu Asena Roman Ödülü, 2013 Yunus Nadi Roman Ödülü ve Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödüllerini alan yazarın öykü ve romanlarınızı okuyanlar bana hak vereceklerdir. Henüz Sibel K. Türker'in kalemiyle tanışmayanlara ''Benim Bütün Günahlarım'' İle başlamalarını öneriyorum. Diğer öykü ve romanlarını nasıl olsa okumak isteyeceksiniz.



25 Ocak 2015 Pazar

Hakkı İNANÇ - Bozuk




 Yeni yazarları okumaya,tanımaya çalışıyorum. Bozuk, Hakkı İnanç'ın ilk kitabı, ikincisi de Ateş Etme Silahsızım. 
  
  İlk kitabıyla 2013 Selçuk Baran Öykü Ödülünü alan Hakkı İnanç'ın öyküleri birbirinden etkileyici. Bazı  öyküleri okurken soluklanmak için ara verdim. Sıradışı, çarpık yaşamlar öyküleştirilirken o kadar normalmiş gibi aktarılmış ki, gerçekten ara verip, soluklanıp devam ettim. Hakan Günday'ın ''Daha'sını'' okurken daha da yoğun yaşamıştım bu duyguyu.

  Genellikle kitabı bitirir bitirmez bloğumda tanıtımını yaparım ama birkaç gün ara verdim bu sefer. Bakalım, ikinci kitabı aynı etkiyi bırakacakmı bende.

  Biz roman okumayı daha çok seviyoruz ama son yıllarda okuduğum güzel öyküler nedeniyle öykü kitaplarını da romanlar kadar sevmeye başladım.

Hakkı İnanç'ın öykülerini, ''Bozuk'u'' okumanızı öneriyorum. İlk kitabıyla bu çizgiyi yakalayabilen genç yazarın ikinci kitabı da okuyacaklarım arasında.


******


Kitaptan Alıntılar :


Bir hafta sonra bana en sevdiğim cevizli kurabiyelerden pişiriyor, işe giderken balkona çıkıp arkamdan el sallıyor, döndüğümde sanki beni özlemişsiniz gibi sıkıca sarılıp günümün nasıl geçtiğini soruyordunuz. Tıpkı söylediğim gibi orta şekerli kahvenizi akşamüstleri kurbağa yeşili berjere oturarak içiyor, temizlik ve ütü yaparken Zeki Müren dinliyordunuz. Çekmeceler naftalin keseleri koyuyordunuz. kanaviçe işliyor, çeyiz düzüyordunuz bana. Annem oluyordunuz Ülfer Hanım. (Ülfer Hanım adlı öyküden.  s.67 )


Kasabada her hayat bir diğerini sular. Dört duvar arasında kaçıngan yaşamak, bir nevi koma halidir. Evden çıktığınız an; denizin çocukluk arkadaşının, amcanızın torununun baldızının, ilkokuldayken silgisini kaybettiğiniz için size ömür boyu diş bileyecek çocuğun; belki de hiç karşılaşmadığınız halde sizi tanıyan yahut tanımadığı halde ısrarla bir yerlerden çıkartmaya çalışan kasaba insanının vücudunuzdaki tüm suyu emeceğinizi bilirsiniz. ( Yargılar Önden adlı öyküden. s.71 )


Karadeniz'de istavritler hamsi kadar küçülmezden evvel balıkçılık yaparmış, Dursun. Denizin, içine buz atıp rengini bozan kışa öfke kustuğu bir öğleden sonraya değin sürmüş bu. Köpüklü ağza girmesiyle kayalara tükürülmesi bir olmuş adamın. ( Güvercinboynu adlı öyküden.  s.98 )



15 Ocak 2015 Perşembe

Andre GIDE - Kadınlar Okulu





  Bloğumda Ocak 2014 de yazarın Pastoral Senfoni Adlı romanını paylaşmıştım. Bu kez de Kadınlar Okulu'nu sizlerle paylaşmak istedim. Ama önce yazarını  hatırlayalım.
  
Andre GIDE, 1869-1951 yılları arasında yaşamış, Çağdaş Fransız romancılarındandır. 1947 de Nobel Edebiyat Ödülünü almıştır. Türkçeye çevrilen eserleri; Batak, Kalpazanlar, Dar Kapı, Kadınlar Okulu ve Dostoyevski'dir.

Babasının  bir hukuk profesörü, annesinin ise çok zengin bir aileden gelip mezhep değiştirerek sonradan Protestan olması ve aldığı yoğun din eğitiminin de etkisiyle, farklı iki dünya arasında hep ikilemler yaşamıştır.

Kadınlar Okulu, 1894-1936 yılları arasında Fransız burjuva bir ailenin üç bireyinin bakış açısından günlük tadında yazılmış bir roman. Kendini adeta dünyanın merkezinde gören bir adam, eşinin ve evliliğinin üzerinden kendini tamamlamaya çalışan bir kadın  ile anne ve  babasının farklı ahlak ve dünya görüşleri karşısında daha çok annenin tavrına yakın yetişen bir genç kızın anlatımından oluşuyor roman.

  Geçen yıl alıp, ancak okuyabildim. Hani bazı kitaplar vardır, keşke daha önce okusaydım dedirten, Kadınlar Okulu da öyle oldu benim için.

Sıkılmadan akıcı birşeyler okuyayım, birazda içinde kaybolayım diyorsanız Kadınlar Okulu'nu okumanızı öneririm.

Yazarın okuyacağım bir sonraki kitabı da herhalde Kalpazanlar olur.


******


Kitaptan Alıntılar:


Tüm bu yazdıklarım saçma, biliyorum; ama bana bu tümceleri yazdırtan duygu öyle değil. Robert'le evlenmekle bağımsızlığımdan el çekmeyi çok doğal buluyorum (babamın istememesine karşın onunla evlenerek bağımsızlığımı gösterdim) ama hiç değilse her kadın kendine uygun gelen tutsaklığı seçmekte özgür olmalı. (s.44 )


.....karşımızdakini olduğu gibi görmeyip tanrılaştırmak, sonra karşımızdaki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmuyormuş gibi ona kızmak. Öte yandan, ben de ilkin Eveline'i olduğu gibi görmüyordum. Neydi Eveline? Kendi bile bilmiyordu.  Benim sevdiğimdi. Beni sevdiği sürece benim tanrıçama benzemeye çalıştı, kendisine bulunduğunu sandığım, kendisinin de benim hoşuma gideceğini bildiği erdemlerle süslendi. Beni sevdiği sürece, kendi kendini tanımak isteği duymadı; benimle kaynaşmaktan başka bir dileği yoktu.  (s.93 )


Ne çürük  bir temele dayanıyormuş aşkım! Zamanında bunun bilincine varabilseydim, hastalığı engellemek için önlemler alabilir, daha çok boyun eğiş isteyebilir, ilkin kendim okuyunca hain tehlikelerini daha iyi görebileceğim kimi kitapları yasaklayabilirdim.  (s.102)



12 Ocak 2015 Pazartesi

Yeni Aldıklarım...



   2015 yılında aldığım ilk kitaplarım geldi. Yeni kitaplar seçip almak kadar dokunmak, koklamak, sayfalarını karıştırmak da çok güzel bir duygu.

  Akşam evde okunmayı bekleyenlerin arasına karışacaklar. Mevcutlar birkaç kez daha elden geçirilip harmanlanacak, yeniden sıralanacak, sıralama gözden geçirilecek. 

  Sonunda okunmayı bekleyenler dizilecek ve her gün gözümün içine bakıp, kendilerini unutturmayacaklar. 

  Bütün bu keyifli seremoni yine de benim '' Her kitabın bir okunma zamanı vardır.''  ve ''Ruh halime göre okurum.''  savımı değiştirmeyecek ve kimbilir kaçıncı sıradaki kitap okunacak.
                                                                                                        Keyifli okumalar...
                                                                                         

                                                                                                             Okşan AYBAŞ

5 Ocak 2015 Pazartesi

Oscar WILDE - Dorian Gray'in Portresi




  Dorian Gray'in Portresi ünlü İngiliz yazarın yazdığı tek roman olup, 1891 de ilk yayımlandığında ahlaksızlığı övdüğü için tutucu çevrelerce tepkiyle karşılanmıştır.

  Oscar Wild, aydın bir aile ortamında yetişmiş, iyi eğitim almıştır. Ancak gerek yaşam tarzı, gerekse cinsel tercihleri nedeniyle 19. yy İngilteresinde dışlanmış, hatta eşcinsellik suçlamasıyla iki yıl da hapiste yatmıştır.

 Öyküleri, şiirleri ve tek romanıyla dünya edebiyatında kendine haklı bir yer edinmiştir.
Dorian Gray'in Portresi yazıldığı döneme göre ahlaki açıdan cüretkar sayılabilecek bir roman.

  Ressam Basil Hallward, güzelliği karşısında büyülendiği genç Dorian Gray'in portresini yapar. Güzelliğinin Lord Henry Wotton sayesinde farkına varan D.Gray, kendisinin değil, portresinin yaşlanmasını diler. Portedeki değişimi ve Dorian'ın sırrını ressam Basil fark eder.

 1891 yılında yazılmış olması romanın konusunu daha ilginç kılmış. Okuması akıcı, keyifli. Okumamız gereken klasiklerden bence.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


''Dorian Gray benim için yalnızca beni yaratıcılığa iten bir güdü. Ben onda her şeyi buluyorum. Sen hiç bir şey bulmayabilirsin. Onun yapıtlarımda en çok var olduğu zamanla da imgesinin görülmediği zamanalar. Dedim ya, yepyeni bir tarzın sezisi o. Ben bir takım çizgilerin yuvarlanışında buluyorum onu, kimi renklerin güzelliğinde, anlatılmaz inceliğinde. Hepsi bu.''   (s.22 )


  ''Sevgili yavrum, ömürlerinde tek bir kez sevenlerdir asıl sığ olanlar. Onların vefa, sadakat diye adlandırdıkları şeyi ben, ya alışkanlığın verdiği rahatlığa  ya da hayal gücünün yokluğuna bağlarım.''  ( s.68 )


Genç adam, bir an, kendisiyle resim arasındaki bu tiksindirici, korkunç bağlantı kopsun diye yakarmayı düşündü. Resim bir yakarıya karşılık olarak değişmişti; belki gene bir yakarıya karşılık olarak olduğu gibi kalabilirdi. ( . 134 )