22 Aralık 2016 Perşembe

Erhan BENER - Acemiler




   Erhan BENER' in ilk romanı olan Acemiler, 1952 yılında yayımlanmıştır. Elimdeki roman Ayrıntı Yayınlarının 2012 ilk basımı.

  1929-2007 yıllarında yaşayan E. Bener otuzun üstünde kitap yazmış, ulusal ve uluslararası pek çok da ödül almıştır.
  
  1952 yılında üç gencin kişiliklerinin, düşüncelerinin toplum içinde yavaş yavaş şekillerinirken, o dönemin Türkiyesinin sosyal, kültürel, ekonomik yapısı da okura yansıtılmaktadır. Yaşamı, toplumu anlamaya çalışan gençlerin ruhsal çatışmaları, acıları çok güzel aktarılmış. Yazarın derin ruh tahlilleri romana ayrı bir değer katmış bence.

  Roman , 190 sayfa ve Türk Edebiyatında özel bir yere sahip, yayımandığı yıllarda kişilerin iç dünyasını, iç çatışmalarını ayrıntılı anlatmasındaki başarı nedeniyle E. BENER Dostoyevski'ye benzetilmiştir. Okumaya değer bir roman.
   
 Keyifli okumalar..


  ******


 Kitaptan Alıntılar :


 - Hanım, derdi. Senin namusuna sözüm yok, amenna, ama elin iti kopuğu bilir mi bunu? Öyle pencere önünde oturmasan iyi edersin!
 Böylece, pencere önünde oturması yasak edildiği günden beri Melehat Hanım için, hele sıcak yaz aylarında, karşı mescidin sarmaşıklı duvarını seyretmek, kutsal bir suç tadı taşımaya başlamıştı. Miyop gözlerini kısarak, sararmış parmaklarında köylü sigarası, bu yıkık duvarı seyrederken neler düşünmezdi. ( s.35 )


  Kendisini büsbütün kapıp koyuvermek için derin bir istek duyuyordu ama içindeki sessizliğin birdenbire yok olduğunu farketti. Burada evler vardı. Evlerin içinde insanlar. İnsanların birtakım düşünceleri, kavgaları, töreleri vardı. Her biri kendi yaşamını sürdürüyor, ötekilerle ancak kendilerini ilgilendirdiği ölçüde ilgileniyorlardı. En iyileri, iyilik apmayı değil, kötülük yapmamayı düşünüyorlardı ancak. (s. 184 )


 

9 Aralık 2016 Cuma

Burhan SÖNMEZ - İstanbul İstanbul

     


   Kuzey ve Masumlar'dan sonra İstanbul İstanbul, Burhan Sönmez'in 2015 te yayımlanan üçüncü romanı.

 2011 de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü alan yazarın daha önce Masumlar'ını da paylaşmıştım sizlerle.

  İstanbul İstanbul da Öğrenci Demirtay, Doktor, Berber Kamo ve Küheylan Dayı'nın yerin üç kat altındaki hücrede, işkenceye dayanırlarken birbirlerine anlattıkları İstanbul hikayeleriyle yaşama tutunma savaşı anlatılıyor aynı zamanda.

 Neyin gerçek olduğunu anlamaya çalışmak, okumak..  Etkileyici, sarsıcı, soluklanarak okuyacağınız bir roman.
 Romanın son sözü Hallac-ı Mansur'a ait ve romanın özeti adeta.

   ''Cehennem , acı çektiğimiz yer değil, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir. '' 

 Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar :


  Kütüphanenin avlusuna girer girmez, caddedeki telaşın yok olduğunu hissettim. Eski bir kente vardığımı sandım. Yüzlerce yıl önce döşenmiş mermerler, oyma taşlar ve bronz işlemeler, unutulmuş bir çağa aitti. Kuşlar kanatlarını yavaşça çırpıyor, yaprak döken güller kışa hazırlanıyordu. Etrafa merakla bakarken, insanın telaşsız yaşamayı hak ettiğini, mekanların buna imkan verebildiğini düşündüm. Serin kütüphanedeki zaman, kentin zamanından ayrı akıyordu. Zaman burada ileri veya geri gitmiyor, başka bir yerçekimine kapılmış gibi  kendi etrafında dönüyordu. (s.49


  Başım dönerken şahdamarımda çarpan ses, kalbimin değil zamanın sesiydi. Geçmişten gelip geleceğin dalgakıranına vuran ve beni orada kendi halime bırakan zamanın.  (s.188 )




30 Kasım 2016 Çarşamba

Iris MURDOCH - Deniz Deniz



   İrlandalı anne ve İngiliz bir babanın çocuğu olarak 1919 yılında dünyaya gelen Murdoch, klasik edebiyat, felsefe eğitimi almış, 1999 da alzheimer hastası olarak ölmüştür.
 
   Türkçeye Melekler Zamanı, Rüya Tabirleri, Kara Prens, Ağ, Kesik Bir Baş, İkilem, Ateş ve Güneş, İyinin Egemenliği, Ateş ve Güneş Platon Sanatçıları Niçin Dışladı?, Edebiyatta ve Felsefede Varoluşçular ve Mistikler gibi kitapları çevrilmiştir.
 
   Deniz Deniz' in kahtamanı ünlü bir tiyatrocu olan Charles Arrowby. İnzivaya çekildiği sahiledki evinde geçmişini yazmak istemektedir.
 Bu süreçte yaşadığı ikilem, gerginlik, eski gençlik aşkını sabit fikir haline getirmesi ve bunları okurken de okuru  evlilik, ikili ilişkiler, doğrular ve yanlışları sorgulama sarmalına sokuyor. Romanın sonunu sizin düşünceleriniz belirliyor. 

   Ayrıntı Yayınlarından Nuray Önoğlu çevirisiyle yayınlanan roman iyi ki okudum dediğim romanlardan. Felsefeden  de  hoşlanıyorsanız, hiç kaçırmayın Deniz Deniz'i. 


   Keyifli Okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar :


  Sanırım cinselliği fazla merak etmezdik. İkimiz birdik ve sadece bu önemliydi. Cennette yaşıyorduk. Düğünçiçeği tarlalarında, demiryolu köprülerinin yanında, kanalların kıyısında, toplu konutları bekleyen boş arazilerde uzanıp yatmak için bisikletlerimize binip kaçardık. Yaşadığımız yer çoktan  banliyö olmuş kırsaldaydı ama bizim için  Cennet Bahçesi kadar güzel ve anlamlıydı.  Hartley entelektüel  yahut kitap kurdu bir kız değildi, masumların bilgeliğine sahipti ve bizimki melekler arası sohbetti.  (S. 98 )


 
  



23 Kasım 2016 Çarşamba

Jean-Philippe TOUSSAINT - Mösyö




  Jean-Philippe  TOUSSAINT 1957 Brüksel doğumlu, Sanat Tarihi eğitimi almış.  Banyo ve Fotoğraf Makinesi kitapları da dilimize çevrilmiştir. Henüz okumadığım yazarları tanıma isteğiyle edindim bu kısa romanı.
 
  Ayrıntı Yayınlarından yayınlanan roman 78 sayfa. Yazarın okuduğum ilk kitabı.

  Romanın kahramanı Mösyö'nün sakinliği, olaysız yaşama isteği, kendi döngüsünden çıkmak istememesi okuru da sarıyor adeta. Daha önce sizlerle paylaştığım Roman Graf'ın Bay Blanc adlı romanını, Bay Blanc' ı anımsattı bana. Kitabın arka kapak yazısında da Mösyö'nün çağdaş Oblomov'u çağrıştırdığına değinilmiştir.

Sıkılmadan, yorulmadan okuyabilirsiniz.

 Keyifli okumalar..


******


Kitaptan alıntılar :


 Mösyö, Paul Guth gibi ideal bir damat imajıydı.

 Yine de nişanlısıyla ilişkileri koptuktan sonra  Parain'ler onu evlerinde tutmaktan biraz tedirginlik duyuyor olmalıydılar. Doğruyu söylemek gerekirse Mösyö'nün nişanlısıyla aralarının neden bozulduğu konusunda bir fikri yoktu. Gerçekte bu işi pek iyi takip ettiği söylenemezdi. Anımsadığı tek şey kendisine yapılan sitemlerin haddi hesabı kalmamış olmasıydı. ( s. 21 )


  Şu anda Mösyö'nün etrafında karanlık basmış gibiydi. Sandalyesinin üzerinde başı arkaya kaykılmış bir halde hareketsiz durmakta olan  Mösyö, ruhu ufkun eğriliklerine  doğru gerilmiş bir halde yeni baştan gözlerini gökyüzünün enginliğine çevirdi. Bütün gece, gökyüzünün derinlikleri aydınlanıncaya kadar, sakin sakin soluyarak, uzakta, evrenin belleğinde, gezinip durdu. Orada dinginliğe ulaştığında, Mösyö'nün aklında hiçbir düşünce kımıldamaz odu. Aklı dünya idi, görüşmeye çağırdığı dünya.
 
Evet. Mösyö biraz sonra sıkılacaktı.  ( s.67 )






16 Kasım 2016 Çarşamba

Pelin BUZLUK - En Eski Yüz

                                               


  Kasım ayında En Eski Yüz dışında Jean- Philippe Toussaint'ın Mösyö ve Irıs Murdoch'un Deniz Deniz adlı romanlarını okudum. Deniz Deniz'in hacimli ve sürükleyici olması da paylaşımımı geciktirmeme neden oldu diyebilirim!

  Çok güzel bir öykü kitabı ile başlamak istedim.

  En Eski Yüz 1984 doğumlu yazarın son öykü kitabı. İzmir'deki Yerdeniz Kitapçısında düzenlenen imza ve söyleşi gününden edindiğim imzalı kitaplarımdan biri. Yazarın notu ve imzası kitaplarımı taçlandırıyor adeta.Yerdeniz Kitapçısının sevgili sahiplerine teşekkür ediyorum, imzalı kitaplarımı bana ulaştırdıkları için..

  Pelin BUZLUK, ilk öykü kitabı Deli Bal ile 2010 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülünü, ikinci öykü kitabi Kanatları Ölü Açıklığında ile de, 2012 Selçuk Baran Öykü Ödülünü almış. 

 Yazarın ilk okuğum kitabı. İletişim Yayınlarından yayınlanan  En eski Yüz'de on bir öykü var ve seksen dört sayfa. Öyküler çok etkileyici. Bazı öykülerini iki kez okudum, öyküler arasında uzun uzun soluklandım. Su İşi, Tozlu Cennet, Dördüncü, diğerleri..

  Bence okunmalı..
 
  Keyifli okumalar..


  ******


  Kitaptan Alıntılar:


  Bütün lise yaşamıma sinmiş bir aşk acısıydı. Aşk sözcüğünü keşfetmemiş olmayı yeğlerdim. Adına aşk dediğimizde anonimleşiyordu, herkesin anlattığıyla bir oluyordu. yeni sözcükler arıyordum, ''Yıldız yitimi'' diyordum mesela. Onulmaz bir mutsuzluk sinmişti evimize, odama,  yatağıma, okul yoluna...   ( Tozlu Cennet adlı öyküden.. s.21 )


  Gözlerim yaşlarla yanıyordu, yüzümü göğe kaldırdım. Bir an kaldım öyle. Cisilti iyi geldi. Sonra etrafı kollayıp yolun yürümeye uygun yanını araştırdım. Bir girintide gürültüyle itişip kakışan grubu sessizce geçtim. İçlerinden biri arkamdan laf attı. Hızlandım. Burnuna dayadığı şişip inen poşetle yaklaşan çocuğun  yanından göğsümde çarpıntılarla yürüdüm.  Bir şeycik olmayacak, diyordum kendime. Bir tek atacağım, o kadar. Diğer meyhaneye varmak üzereydim işte. ( Dördüncü adlı öyküden.. s.26 )




17 Ekim 2016 Pazartesi

Haruki MURAKAMİ - Sputnik Sevgilim



  Nobel Edebiyat Ödülü alması beklenen Japon yazarın bu kez de Sputnik Sevgilim romanını okudum.

  Benim gibi bilmeyenler için ''sputnik'' ne demek onu açıklayayım önce. Sputnik, 1957 yılında     Sovyetler Birliğinin uzaya fırlattığı, 58 cm. çapında, 83,6 kg ağırlığında ilk yapay uydu imiş. Sözcük anlamı ise ''yoldaş.''
  
  Murakami okumayı seviyorum, Hem modern dünyanın gerçekliği, hemde gizemli boyutlarda kurguluyor  romanlarını. Sputnik Sevgilimde yine karakterler yalnız. 

  Kitabın anlatıcısı K., genç, bekar, nazik ve zeki bir ilkokul öğretmeni. Aşık olduğu Sumire ise yazar olma tutkusuyla üniversiteyi terk etmiş. Mui, Sumire'nin aşık olduğu, kendinden on yedi yaş büyük, evli bir kadın.
  
 Yalnızlık, aşk, cinsellik ve paralel evren ana tema. Murakami yine müzik bilgisini serpiştirmiş ara ara. Gerçeklik ile farklı boyutlarda geçen roman okunmaya değer. Murakami'nin tüm kitaplarını okumak istiyorum aslında, umarım fırsatım olur.

  1999 yılında yazılmış, Türkçeye yeni çevrilmiş roman 224 sayfa ve Doğan Kitap tarafından yayınlanmış.

  Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar:


Ben bu kadına aşık oldum. Bir anda farkına vardı Sumire. Şüphe yok (buz soğuktur, gül kırmızı ). Ve beni sürükleyip bir yerlere götürmeye çalışıyor; öyle güçlü bir akıntı ki ondan kendimi korumam neredeyse olanaksız. (s.34 )


  Bazen çok tatlı olabiliyorsun. Noel, yaz tatili ve yeni doğmuş yavru köpeklerin toplamı gibi. (s.61)


  O zaman anladım; biz harika yol arkadaşlarıydık, ancak, sonunda her birimiz kendi rotasında gidecek yalnız bir metal kütlesinden başka bir şey değildik. Uzaktan bakınca kayan yıldızlar kadar güzel görünüyorduk. Gerçekte ise, tek başımıza uzaya hapsolmuş, hiç bir yere gidemeyen tutsaklar gibiydik. Ancak iki uydunun yörüngeleri tesadüfen kesişince bir araya gelebiliyorduk. (s.131 )

 

11 Ekim 2016 Salı

Jan WOLKERS - Oegstgeest'e Dönüş



   Hollanda Edebiyatından bir şeyler okuyayım düşüncesi beni Ayrıntı Yayınlarından yayınlanan Jan WOLKERS'ın Oegstgeest'e Dönüş romanıyla buluşturdu.

  İyi ki almışım, iyi ki okudum dediğim kitaplardan oldu. Her kitaptan farklı tad alanlardanım ama okuyup beğendiklerim arasında üst sıralarda yer alacağı kesin.

  Her şeyden önce yazarın  sade ve geçmişe dönüş anlatımlarının akıcılığından etkilendim. Bir Hollanda kasabasında, dar çevrede, katı din kurallarıyla yaşayan bir ailede büyüyen bir çocuğun, tüm kısıtlanmalara, savaş yıllarının yoksulluklarına rağmen kendi varoluş mücadelesine, isyanına tanık oluyorsunuz.

  Yıllar sonra çocukluğunun geçtiği kasabaya dönüp, geçmişin izlerini aramak heyecanlı, hüzünlü..

J. WOLKERS'ın dilimize Türk Lokumu adlı romanı da çevrilmiş, aklımızda olsun.

  Zaman zaman geçmişi anımsamak daha doğrusu farkındalıkla birlikte geçmişi anmak güzel..
Oegstgeest'e Dönüş'ü okurken sizde bunu yaşayacaksınız.

 Ayrıntı Yayınları tarafından yayınlanan romanın elimdeki 2012 ilk basımı ve 176 sayfa.

Keyifli okumalar..


******


  Kitaptan alıntılar :


  Arabamı dükkanın önünde park edip, eski evimizden ilk okuluma yürüdüm. Altı yaşımdayken her gün dört kez yürüdüğüm yoldu bu. İspinozlar, kayın ağacının döktüğü ilk yapraklar arasında aynı kadifemsi adımlarla yürüyorlardı. Tıpkı anahtarla kurulmuş da, her an küçük bir sarsıntıyla hareketsiz kalabilirlermiş gibiydiler. Esasında her şey aynı kalmıştı. (s.54 )


  Pazar günü laboratuvarlar arasında gezindim ama şapeli bulamamıştım. Sanki her şeyin yeri biraz değişmişti ya da bazı binalar kırk beş derece döndürülmüştü. Tanıdığım, bildiğim bir evde artık yolu bulamadığım bir rüyaya benziyordu her şey. Atmosfer aynı kalmıştı. Toplama kamplarının savaştan yirmi yıl sonraki düzenli hali gibiydi. Taşlar arasındaki kısa çimenlerin boyları aynıydı. Çiçek yataklarındaki çalılar arasındaki toprakta hayat kalmamıştı. Peşinden, eskiden öğrencilerin bir mantar parçası üzerinde çarmıha gerdikleri kurbağaların olduğu kabı gördüm.  (s.124 )




29 Ağustos 2016 Pazartesi

Ercan KESAL - Peri Gazozu



  Ercan Kesal'ın Peri Gazozu'nu keyifle okudum. Birkaç yıl Kapadokya' da yaşamış biri olarak, daha bir sıcak gülümsedim okurken..

  Çocuklukla başlayıp büyüyen anılar.. Cahil de olsa ufku geniş, lakabı ''üniversiteli'' olan,eğitime önem veren bir babanın, ailenin zor şartlarda bile olsa çocuk yetiştirilişindeki özene imrenmemek elde değil.. Kitaplarla yoğrulan bir çocuğun, adam olma, insan olma öyküsü bence bu kitap.
  
 Peri gazozlarını satarak, Erdal Kesal'ı yetiştiren babayı rahmetle, saygıyla anıyorum.

  İletişim Yayınları tarafından 2013 yılında yayınlanan kitabın bendeki 8. baskısı. 198 sayfa. Yazarın çocukluğundan, hekimlik günlerinden, yaşamımızın içinden anılar öykü tadında yazılmış. İçinizi ısıtacak, keyifle okurken zaman zaman da hüzünleneceksiniz.

   İyi insanlar hep var olsun, çevremizi kuşatsın.. Kitapla yaşayalım, kitapça yaşayalım..

   Keyifli okumalar...


   ******


  Kitaptan Alıntılar :


  Kış... İlkokul üçe gidiyorum. Amcalarla, kuzenlerle oturduğumuz büyük evden, ırmağın öbür yanındaki yeni evimize taşınmışız.  ''Ötegeçe'' liyiz artık. Kapı pencere yok, ama çok mutluyuz. Annem odaların kapısına kendi dokuduğu kilimlerden asmış. Benden iki yaş büyük abimle, ''Eskişehir Süs'' markalı sobamızın altına inen sıcak küle patates gömmeyi keşfetmişiz. Onu bekliyoruz. Kucağımda Avanos Halk Kütüphanesinden aldığım Kemal Tahir'in ''Yediçınar Yaylası.'' ( s.53 )


Dokuz- on yaşlarındaydım... Sıcak bir eylül Avanos'u. Bir hafta sonra okullar açılacak. .. Yaz boyunca ayaklarımda tokyo, annemim ağabeylerimin eskilerinden bozup uydurduğu bir pantolon, üzerimde kısa kollu kareli mavi bir gömlek. Pantolonumun belinde kalınca bir ip... Kendir... '' Avanos'un uşağı, kendirdendir kuşağı...'' Babamın gazozhanesinde çalışıyorum. Çocuk bacaklarımdan, paçalarımdan akan soğuk sular, cebimde gizli gizli yediğim tuzlu kabuklu fıstık. Saat beş olduğunda Philips radyodan dinlenecek ''Çocuk Saati'' hayalleri. Gazozcu Mevlüt'ün Peri Gazozları...  ( s.87 )




11 Ağustos 2016 Perşembe

Irini KIFLADIFU & Dora PAPAYUANNU - Yunan Masalları







  Arada masal kitabı okumanın bana iyi geldiğini keşfettiğimden beri masal kitapları da edinmeye çalışıyorum. 

  İzmir'deki Yerdeniz Kitapçı'sının  ''okunması gerekenler''köşesinde görür görmez aldığım masal kitaplarından ilkini sizlerle de paylaşmak istedim. İskoç Masalları, Balkan Masalları da edindiklerimden.

  Dipnot Yayınları tarafından yayınlanan kitap 102 sayfa, dokuz yaş ve üstü için. Okuyup, hediye de edebileceğimiz türden. Ya da benim gibi kendi kitaplarını veremeyenlerdenseniz, çocuklarınızla, ileride de torunlarınızla paylaşabilirsiniz!

 On dokuz tane kısa masal var kitapta. Farklı kültürlerin masallarını okumak özellikle bu yaz sıcaklarında iyi geldi. 
  Yüzünüze farkında olmadan bir tebessümün yerleşmesini istiyorsanız, bir de masal okumayı deneyin bence.

Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar:


  Bir gün bütün kuşlar toplanmışlar ve yavrularının okuma yazma öğranmeleri için bir okul yaptırmaya karar vermişler. Öğretmen bulunmuş, okul açılmış ve dersler bşlamış.  (Baykuş ve Keklik   s. 79 )


  ''Ah keşke uzun boylu olsaydım, keşke bir büyücü olsaydım!'' dermiş Nikolis, tek başına nehrin kenarında otururken. ''Yerden göğe yürür, yıldızlara ulaşırdım; oradan ışığı alır yeryüzüne indirirdim. Işığı anama verirdim ki gözleri yıldızlar gibi parlasın. ''
(Göğe Yükselen Köprü  s.89 )


26 Temmuz 2016 Salı

Murathan MUNGAN - Harita Metod Defteri



  Severek okuduğum Murathan MUNGAN'ın son kitabını sizlerle paylaşmak istedim. Harita Metod Defteri. Hangimizin yoktu ki..

  Murathan Mungan, çocukluğunu, ilk gençlik yıllarını Harita Metod Defterine sığdırırken, o yılların sadece Mardininin değil, Türkiyesinin de sosyal kültürel yapısını  sergiliyor aslında.
 Okurken ister istemez o yıllardan bugüne neler değişmiş yaşamımızda, düşünce yapımızda diye düşünürken buldum kendimi.

  Anıları okurken - Mardin'in benim yaşamımdaki özel yeri nedeniyle- daha da ilgiyle,adeta eski bir dostla buluşmuşum duygusunu yaşadım. İlkokula başladığım, yıllar sonra da meslek yaşamımım ilk üç yılında yaşayıp, köklü dostluklar edindiğim güzel şehir..
 
Keyifle, bazen de hüzünle okudum. Fırsat buldukça okumaya çalıştığım yazarlardandır M. Mungan.
   Metis Yayınları tarafından yayınlanan eser, 413 sayfa.

Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar:


  1950' lerin karanlığı... Dört kadın, bir çocuk dağılmışlar, Büyükdere' de bir bahçede yapılan Demokrat Parti balosu olduğu söyleniyor. Yeni bir Türkiye yönetimi için oradalar. Büyükdere' de bir bahçedeler, yan yana durmaya çalışıyorlar, birbirlerinin yanı başında ve her biri kendi başına çok uzaklarda. onları bir arada tutan derin bağ ve söylenmemiş onca söz...    (s.194 )


  Gökyüzünün kapı komşusu olan bir şehirde gördüğünüz rüyalar tılsımını bütün bir ömre yayar. Mardin gibi kendi içine kapalı şehirlerde duvarlar gece konuşur. Gölgesinde hikayeler barındıran evlerin, geceleri el ayak çekildikten sonra kendi kendine konuşan hikayeleri vardır. Kulak kabartmayı öğrendiğinizde  şehir size sırlarını açar. (s. 242 )




12 Temmuz 2016 Salı

Ernest HEMINGWAY - Çanlar Kimin İçin Çalıyor





  Hemingway'in Silahlara Veda'sını uzun yıllar önce ortaokul yıllarında okumuştum. Okunacak kitaplarım arasında bekleyen Çanlar Kimin İçin Çalıyor'u da nihayet geçen ay okuyabildim. Aynı şekilde Paul Auster'ın New York Üçlemesini de sonunda okuyabildiklerimden.

  Bilgi Yayınevi tarafından Ataol Behramoğlu'nun önsözüyle yayınlanan roman 496 sayfa, elimdeki de onbeşinci basımı. Bazen kitabın hacimli olması da okunmanın ertelenmesine neden olabiliyor tabii.

 Romanı birkaç gün içinde elimden bırakmamacasına okudum.İspanya İç Savaşını anlatan bir roman. Amerikalı İspanyolca öğretmeni olan Roberto Jordan'ın İspanya dağlarında gerilla olarak antifaşist savaş içinde yer alışı, dağlarda verilen mücadele okura cesaret, aşk, sadakat ve yenilgi öyle güzel anlatılmış ki.. Son sayfalardaki anlatım beni oldukça etkiledi. Ancak ben bir romanın tamamen özetlenerek ya da sonunun anlatılmasını sevmeyen biri olarak, ancak bu kadar anlatabilirim. 

  Sürükleyici bir roman okumak istiyorsanız, sayfa sayısına aldırmayıp okuyun bence. Birkaç gün bile yaşansa Roberto ile Maria'nın aşkına, savaşma ruhuna tanıklık edin.

  Bu arada Ernest Hemingway'in de Nobel Ödüllü 1899-1961 yılları arasında yaşamış Amerikalı yazar olduğunu da hatırlatayım.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  Şimdi sahipsin ona ve tüm yaşamın da bu işte; şimdi. Şimdiden gayri bir şey yok. Ne dün var kesinlikle, ne de bir yarın. Bunu anlamak için kaç yaşında olman gerekiyor? Bir tek şimdi var ve bu şimdi yalnızca iki gün ise, demek ömrün iki günmüş ve bu iki gününün içindeki her şey iyi olmalı. İki gün içinde belki de bir ömrü yaşarsın. Yakınmayı bir yana bırakır da asla elde edemeyeceğin şeyi istemekten vazgeçersen, ömrün güzel geçecek demektir. Güzel bir yaşantı kutsal kitaplardaki sürelerle ölçülemez. (s.184 )


   Bilinecek şeylerden ne denli azını biliyoruz. Keşke bugün öleceğime uzun bir süre yaşayacak olsam, çünkü bu dört günde yaşamla ilgili o denli çok şey öğrendim ki; ömrüm boyunca öğrendiklerimden çok daha fazlasını öğrendim sanırım. Yaşlanıp gerçekten bilgi sahibi olmak isterdim. Acaba insan öğrenmeyi sürdürebilir mi, yoksa insanın anlayabileceği belli sayıda şeyler mi var? Sanırım hiç bilmediğim bir sürü şey öğrendim. Keşke biraz daha zamanım olsaydı. (s.402-403 )





11 Temmuz 2016 Pazartesi

Umberto ECO - Sıfır Sayı


  
  Umberto ECO, Ocak 1932 doğumlu olup, yakın zamanda kaybettiğimiz İtalyan bilim adamı, yazar, eleştirmen ve düşünürdür.
  Gülün Adı ve Foucault Sarkacı gibi romanlarıyla Dünya Edebiyatında yerini alan İtalyan yazar, aynı zamanda Orta Çağ estetiği ve gösterge bilim dalının da ustalarındandır. Eco, 1971 'den itibaren Bologno Üniversitesi'nde profesör olarak çalışmıştır.

Tarih bilgisiyle süslediği eserleri ustalıkla yazılmış, özellikle Baudolino'da Bizans ve 4.Haçlı Seferi ve İstanbul ile ilgili anlatımları ise sürükleyici.

  Sıfır Sayı, hiç çıkmayacak bir gazetede çalışan gazetecilerin haber kurgularken yaşadıklarını aktarırken, günümüz gazeteciliğini, olayların okura yansıyışı, etkilerini düşünmemizi de sağlayan bir kitap. Kirli gazetecilik ve toplumdaki etkileri..
 İtalya'nın elli yıllık tarihini adeta yeniden yazmak, ayrıntılar yazarın entellektüel birikiminin, uzmanlık alanlarının yansıması adeta..

Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar:



  Genellikle gerçek bir gazete için bile en temkinli çözüm, işi duygusala bağlamak, gidip anne ve babayla görüşmektir. Dikkat ederseniz televizyonların yaptığı budur ve evlatlarını toprağa vermiş annenin kapısını çaldıklarında Çocuğunuzun ölümüyle ne hissettiniz? diye sorarlar kadıncağıza. Seyircinin gözü yaşarır ve herkes memnun olur. ( s.122 )


  Bahse girerim ki yarın gazeteler bu yayından söz etmeyecekler bile. Bu ülkede bizi hiç bir şey sarsmaz. Nihayetinde biz Barbar Akınlarını, Roma'nın yağmalanmasını, Senegallia Katliamı'nı, Büyük Savaş'ın altı yüz bin ölüsünü ve İkinci Savaş'ın cehennemini görmüşüz, kırk yıl içinde ortaya çıkan  birkaç yüz kişiyi kim takar?  (s.174 )


6 Temmuz 2016 Çarşamba

Giorgia BASSANİ - Altın Gözlük




  Sıcak yaz günlerinde Çanlar Kimin İçin Çalıyor gibi kalınca bir romanı henüz bitirmişken, bu kez de ince bir roman seçtim kitaplarımın arasından. Yazarın Finzi-Contini'lerin Bahçesi ise okuyacaklarımın arasında.

Ramazan Bayramı tatili nedeniyle evde, Karadenize karşı keyifle, daha çok okumaya çalışıyorum.Okuduklarımın büyük bir kısmını sizlerle paylaşıyorken, kendi arşivimi de oluşturuyorum bir yandan.

  YKY Yayınlarından, doksan sayfa. Bir solukta okudum. Sade, sürükleyici, okurken filmi çekilse ne iyi olur diye de düşündüm.
   Mussolini döneminde yavaş yavaş Alman naziziminden etkilenme dönemi başlarken  Ferrara kentindeki Yahudi bir öğrencinin -aynı zamanda romanın anlatıcısı- orta yaşlı, ünlü doktor Fadigatiyle arkadaşlığından  o dönem yaşananlar hakkında bilgi sahibi olurken, doktorun eşcinselliği nedeniyle düştüğü yanlızlık ve drama da tanıklık ediyoruz. Çarpıcı bir roman.

   Ön yargılar, toplum baskıları hafiflemeli, herkesin hoşgörüyle, empati yaparak yaşaması hayal olmamalı. Hep birlikte Bay Blanc gibi İsviçre vatandaşı olacak halimiz yok ya! Daha çok okuyalım, okutalım lütfen. Herkes özgürce nefes alsın, yaşasın ülkemde.

  Keyifli okumalar, iyi bayramlar..


******


Kitaptan Alıntılar:


   Fazla meraklı olmamayı, ''vazgeçmeyi'' bilmek, anlamakla eşdeğerdi.  (s.15)

 
   Kendi kuşağından pek çok diğer İtalyan Yahudi'si gibi romantik, vatansever, politik bakımdan saf ve deneyimsiz olan babam da 1919 yılında cepheden döndüğünde, Nazi kimliğini almıştı. Böylelikle, ''ilk dakikasından'' itibaren faşist olmuş ve öyle de kalmıştı.; üstelik dürüst ve alçak gönüllü kişiliğine rağmen. (s.47)


  Geçen yaz olanlardan sonra, artık kendime hoşgörülü davranamıyorum. Yapamam, yapmamalıyım. bazı zamanlar aynanın karşısında tıraş olmaya bile katlanamadığıma inanır mısınız? En azından başka bir biçimde giyinebilseydim! Bu şapka olmadan... bu parka... iyi insan görüntüsü veren bu gözlükler olmadan siz yine de beni görüyor musunuz? (s.79 )



1 Temmuz 2016 Cuma

Murat GÜLSOY - Sevgilinin Geciken Ölümü



  Haziran ayı okuduğum kitaplar açısından verimli geçti, o yüzden okuduklarımın tamamını sizlerle paylaşamadım. Okuma hızımdan  memnun, kalınca, çoktandır alıp da kalınlığı sebebiyle hep ertelediğim Çanlar Kimin İçin Çalıyor'u beş yüz sayfalık hacmine rağmen okuyabildim, mutluyum!

 Murat Gülsoy sevdiğim yazarlardan. Kısa bir süre önce Baba Oğul ve Kutsal Roman'ını okuyup sizlerle paylaşmama rağmen tekrar başka bir romanını okumak istedim.

  Zevkle, rahatça, güzel bir şey okumak isterseniz, buyrun..

Gazeteci Cem, bitkisel hayata giren sevgilisi Serap'a bakmak için kendini dünyadan soyutlar. İnanması güç ama roman bu ya!..

  Ölüm, yaşam üzerine güzel kurgulanmış, güzel yazılmış bu romanı ve bugüne kadar okumadınızsa, Murat Gülsoy'un yazdıklarını okumanızı öneririm.

 Yazar halen  Boğaziçi Üniversitesinde akademisyenlik yapmakta olup  2001 Sait Faik Hikaye Armağanı ve 2004 Yunus Nadi Roman Ödülü sahibidir.

  Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar :


  Aynaya bakarak saçlarını tararken yine karanlık düşüncelerin iç dünyasındaki çamurlu denizi yarıp yüzeye çıkmakta olduğunu hissediyordu. Gamze 'nin gözyaşları ona gerçekleri gösteriyordu. Serap yaşayan bir ölüydü. Kendiside yürüyen bir ölü.  (s.99 )


Yıllardır insanları dinliyordu. Çoğu zaman anlattıkları hikayelerin gerçekle bağları oldukça zayıf oluyordu. Bunun nedeni anlatanların yalancı olması değildi kuşkusuz. Cem'in yıllar içinde edindiği deneyim bunun bir ''hayatı kurgulama'' ve ''kendini oluşturma'' sürecinin doğal sonucu olduğunu söylüyordu. Herkes kendi hayatının kahramanıydı. Yaşanmış olaylar anlatan kişinin konumuna göre yeniden oluşturuluyor ve bu güncelleme işlemi sırasında anlatıcı çoğunlukla düşüncelerinden kuşkulanmıyordu. (s. 118 )


24 Haziran 2016 Cuma

Roman GRAF - Bay Blanc





  İyi ki okumuşum dediğim bir roman.. Ayrıntı Yayınlarının indirimli yayınlarından, son aldıklarımdandı.
 
  Kitabın arka kapağındaki açıklamayı ilginç bulmuştum. Daha önce okumadığım İsviçreli 1978 doğumlu Roman Gray'in ilk romanı ve birkaç tane de ödül almış. 2008 Studer/ Ganz Ödülü, 2009 Mara_Cassens Ödülü ve 2010 'da en umut vadeden yazarlara verilen Bremer Edebiyat Ödülü.

  Hep duyarız en prestijli vatandaşlık, İsviçre vatandaşlığı, pasaportları bile kimlik kartı gibi, vatandaşlarının kabul edilmeyeceği ülke yok diye..
İşte Roman Gray'de İsviçreliliği, düzenli, sakin ve steril yaşamı takıntı hale getirmiş Bay Blanc'ı anlatıyor bize. Orta yaşlardan yaşlılığını nasıl yaşadığına kadar. Tabii annesi ve hayatındaki diğer iki kadın olan eşi Vreni ve üniversite yıllarındaki sevgilisi Heike'yle birlikte.
 
 Pek çok ödül almış bu ilk romanı ben çok beğenerek, keyif alarak okudum. Okumanızı öneririm..

  Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar :


  Birisi ona tavsiyede bulunsa ya da bir psikolog mutlaka tatile çıkmasını önerse bile, ne işe yarayacaktı ki bu? Annesi ölmüştü, hiçbir şey onu geri getiremezdi. Üstelik hayatı boyunca İsviçre'den sadece bir kez ayrılmış, Cambridge'te geçirdiği dönem de esasen hayatında hiç iz bırakmamıştı. Onlarca yılı İsviçre'de geçirdikten sonra, yurtdşına çıkmayı eskisine oranla zaten pek canı istemezdi, annesi öldüğü için bunu yapacak gücü de zaten kendinde bulamazdı. (s.38 )


  Titremeye karşı koyamıyordu. Kendini yere bıraktı,dizlerinin üzerine çöktü, çiçek saksısını huşu içinde mezarın üstüne koydu. Yüzüğü eline alıp konuşmaya başladı. Heike'nin onu duyabileceğinden emindi, bir yerlerde onu duyuyor olmalıydı. Heike'yi çok net bir biçimde hatırlarsa, Heike yanında oluyor, o zaman Bay Blanc yalnız kalmıyordu. Anıları kuvvetliydi ve ona güç veriyordu. (s.130 )


 İşte o anda Bay Blanc, bütün bunları özlemeye başladı. Hatta o eğri büğrü kaldırımları ve köpek pisliklerini bile özlemişti. Polonya'nın kaldırımlarını İsviçre'nin temiz, güvenli kaldırımlarına tercih ederdi. İsviçre' deki kaldırımlar dar ve temizdi, insanlar tek başlarına yürürdü, okakta size karşıdan yaklaşanlar ise cesetlerden farksızdı. ( s.138 )





 

14 Haziran 2016 Salı

Yeni Kitaplarım Geldi...

  
  Daha geçen hafta kitaplığımda okunmayı bekleyen kitaplarımın çokluğundan yenilerini almamalıyım diye karar vermişken, Ayrıntı Yayınlarının cazip indirimini de kaçıramazdım doğrusu!
     
     On sekiz tane daha birbirinden güzel olduğunu umduğum kitabım oldu. Ayrı ayrı dokunmak, arka kapaklarındaki yazıları, bazılarının önsözlerini okumak, bir kaç gün boyunca hepsini elimin altında tutup adeta yörüngemden çıkarmamak harikaydı.

     Kitaplığımda okunacaklar sırasına koymadan önce sizlerle de paylaşmak istedim.

Bol kitaplı günlerimiz olsun, keyifli okumalar..  
                                                   
                                                                                                   Okşan AYBAŞ
               
    
      

Haruki MURAKAMİ - Kadınsız Erkekler

 

 Haruki Murakami' nin daha önce İmkansızın Şarkısı romanını okumuştum. Sinemaya da aktarılmış ancak izleme fırsatım olmadı.

 Sürrealizmin yaşayan en ünlü yazarlarından olan Murakami'nin en ilginç özelliklerinden biri de nerede ve hangi mevsimde olursa olsun her gün 10 km. koşması ve yazacağı cümleleri koşarken oluşturması. 

   Bol ödüllü Japon yazarın (1949 Kyoto doğumlu)  2006 da yayınlanan 1Q84 adlı romanı için insanlar her yerde kuyruğa girmiş, çok ses getiren bir kitap olmuştu.
 
''Herkesin okuduğu şeyleri okursanız, herkes gibi düşünürsünüz.''  
                                                                                            H.Murakami 


  Bu sözü düşünmeye değer, değil mi?

  Kadınsız Erkekler'de yedi tane öykü var. Kadını olmayan, bir şekilde hayatından çıkmış olan erkeklere dair. Bu kadar sade, etkileyici, sıradışı öyküler, romanlar yazmak gerçekten de Murakami' nin işi. H. Murakami' nin eserlerinden okumadıysanız, mutlaka okuyun derim naçizane.


  Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


   Yirmi yaşımdaki halime dönüp baktığımda, hatırladığım, ölesiye bir tek başınalık duygusu, aşırı bir yalnızlık hissiydi. Ne bedenimi ve yüreğimi ısıtacak bir sevgilim, ne de içimi dökebilecek bir arkadaşım vardı. Bir günü ne yaparak geçirmem gerektiğini bilmiyordum, geleceğimle ilgili şekillenmiş bir vizyonum da yoktu. Kendi içimde derinlerde bir yere hapsolmuş gibiydim. Bir hafta boyunca kimseyle konuşmadığım bile oluyordu. B durum bir yıl kadar sürdü. Uzun bir yıldı. O dönemin içimde değerli büyüme halkaları oluşturan sert bir kış olup olmadığını, ben bile bilmiyordum. ( Yesterday adlı öyküden  s.78 )


  Yaşamı boyunca ne başarılı olabilmiş ne de bir şey üretebilmişti. Mutlu edebildiği biri olmamıştı, kendisi dahil. Mutluluğun ne olduğundan, ne anlama geldiğinden bile emin değildi. Acı, kızgınlık, hayal kırıklığı, vazgeçiş gibi duyguların hiçbirini algılayamıyordu. Elinden gelen tek şey, derinlik ve ağırlığını yitirmiş yüreği fırıl fırıl uçup bir yerlere gitmesin diye onu sımsıkı bağlayacak bir yer bulabilmekti. ( Şehrazat adlı öyküden..  s. 147 )
  

7 Haziran 2016 Salı

Fyodor Mihayloviç DOSTOYEVSKİ - Yeraltından Notlar





  Yoğun okuduğum dönemlerde ard arda Dünya Klasiklerinden okuyup ne çok tad alırdım.. Özlemişim. Daha önce elime kötü çevirisi geçip okuyamadığım Dostoyevski' nin bu kez İş Bankası Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisinden aldığım Yeraltından Notlar'ını okumam doğru seçim oldu doğrusu.
 
  Okumaktan tad almanın, devamında iyi okur olabilmenin ön koşulu Rus Edebiyatı ve Dünya Klasikleriyle okumaya başlamakmış gibi geliyor bana. En azından bende öyle olmuştu!

  Dostoyevski diğer romanlarında olduğu gibi Yeraltından Notlar'da da roman kahramanının iç dünyasını, çelişkilerini, dünyadan soyutlanmış yaşarken iç çatışmalarını çok güzel yansıtmış. 

 Özellikle Suç ve Ceza ve Öteki okuduklarımın arasında en beğendiklerimdendir. 

 Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar :


  Keşke tembellik yüzünden hiçbir şey yapamasaydım. Tanrım, o zaman kendime ne büyük saygı duyardım. Tembellik de olsa belirli bir özelliğe sahibim, buna eminim diye kendime saygı duyardım. (s.21 )


  Biz Ruslarda, genel olarak şu manasız, aklı yıldızlarda Fransız  veya Alman romantiklerine rastlayamazsınız; hele Fransızlar, bütün Fransa barikatlarda can vermek üzere olsa, nezaket için olsun değişmez, ömürlerinin sonuna kadar aptal aptal yıldızlara şarkı söylemeye devam ederler. Bizde, Rus toprağında aptal bulunmadığını biliyoruz; Alman diyarlarından farkımız da budur.  ( s.50 )


  Henüz on altı yaşında olduğum halde kabuğuma çekilmiş, onları hayretle inceliyordum; daha o zamanlar bile görüşlerinin darlığı, uğraştıkları şeylerin, oyunlarının, konuşmalarının manasızlığı beni hayrete düşürüyordu. O kadar önemli olayları fark edemedikleri, insanı etkileyen, hayrete düşüren konulara ilgisiz kaldıkları için, ister istemez onları kendimden aşağı saymaya başladım.  ( s. 72 )




25 Mayıs 2016 Çarşamba

Ayfer TUNÇ - Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek





  70'li yıllarda çocukluğunu yaşayanlar Ayfer TUNÇ'un bu anı kitabıyla o yıllara dönmek, unuttuğunuzu sandığınız pek çok ayrıntıyı okurken yeniden yaşamak ister misiniz?

  Benim çocukluk yıllarıma denk geldiği için keyifle okudum kitabı. Kimbilir kaç kere ''Bir maniniz yoksa annemler size gelecek'' demişimdir..Bölük pörçük hatırladıklarım ne kadar az diye düşünürken adeta çocukluğumu bana armağan eden Ayfer TUNÇ' a yürekten teşekkür ederim.

Anı türünde okumayı severim. Okuduğum kitapları çocuklarımın da okuması ise içten içe en büyük isteğimdir.

  Kitap 494 sayfa. Kalınlığı başta okuyamama hissi uyandırıyorsa da, anıların sürükleyiciliğine kaptırıyorsunuz kendinizi. Daha önce YKY 32 basımını yapmış, elimdeki ise Can Yayınevi tarafından yayınlanan 9. baskısı.

 Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar :


  Pazar günleri Telespor adıyla yayınlanan bu programlar esnasında, atletli babalar spor-toto kuponlarını dizlerine koyarlar,  birçok maça canlı bağlanılır, skor öğrenilir, maç aralarında skeçler yayınlanır, dönemin canlı yayın sunucularından Cenk Koray ve Güneş Tecelli espriler yaparlar, canlı yayında şarkı söylemek üzere gelmiş fazla ağır top olmayan şarkıcılarla sohbet ederler; küçük yarışmalar, Pembe Panter ve Bay Meraklı gibi çizgi filmlerle bir pazar günü doldurulurdu.  (s.136 )


  Bayramlarda özellikle başka şehirlerde yaşayan tanıdıklara, eş dosta, ahbaplara, aile dostlarına muhakkak kart atılarak bayramları ''kutlulanır'' dı. Başka şehirlerde yaşayan aile dostları arasında  bir kartlaşma söz konusuysa gönderilen şehrin manzarası seçilir, genç kızlar sevdikleri arkadaşlarına çiçek, bebek, artist fotoğraflarından oluşan kartlar göndermeyi tercih ederlerdi.  (s.336 )


  Gündelik oturmalar kabul günlerinden farklı bir misafirlik türüydü. Teklifsiz gidilmeyen bir komşuya ve uzun zamandır ziyaret edilmemiş bir ahbaba gitmek için birkaç kadın sözleşirler, ev sahibine haber vermek üzere bir çocuk gönderirlerdi. Çocuğa ne diyeceği belletilirdi.Çocuk annesinin ve diğer ''teyzelerin'' gitmek istedikleri kadının kapısını çalar, tam öğretildiği şekilde ''Bir maniniz yoksa annemler size gelecek,'' derdi. Böyle durumlarda ev sahibinin misafiri kabul etmemek için, çok sıkı bir mazeret beyan etmesi gerekirdi.  (s.384 )



6 Mayıs 2016 Cuma

Irvın YALOM - Günübirlik Hayatlar




  1931 doğumlu Rus kökenli Yahudi asıllı A.B.D lı psikiyatrist, varoluşçu, psikoterapist yazar ve eğitici olan Yalom halen Standfort Üniversitesi'nde psikiyatri profesörüdür.

  Yalom'un 85 yaşına rağmen aktif çalışma hayatını sürdürmesine gıpta ettim. Ofisinin Silikon Vadisinde,  Palo Alto'da olduğunu bilmek heyecanlandırdı beni. Kimbilir oğlumu ziyaret ettiğimde, I.Yalom'un kapısını çalıp kitabımı imzalatabilirim belki de..

  Hukuk eğitimi almasaydım psikoloji okumayı isterdim. Bu anlamda psikolojiyi ilgilendiren  kitaplar okumaktan hoşlanıyorum. Okuduklarımdan yararlanmaya çalışıyorum. Atıfta bulunulan Marcus Aurelius'un Düşünceler'ini merak ettim. Araştırıp okumak için notumu aldım.
  
  Günübirlik Hayatlarda'da I.Yalom, psikoterapi seanslarından, hastalarından edindiği deneyimleri paylaşıyor. On ayrı deneyim öykü haline getirilmiş. İçsel, bazen de fiziki yüklerden kurtulmak, yaşamı yaşanabilir hale getirmenin yollarına okuyarak tanıklık etmek istiyorsanız keyifle okuyabilirsiniz bu kitabı.

Pegasus Yayınlarından, 205 sayfa.

Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  Seksen ikinci yaş günüm yaklaşırken bu denizde benim için de bir şeyler olup olmadığını merak ettim. Hala yaşam ve merak doluydum ama tanıdığım ve sevdiğim  pek çok kişiyi kaybetmiş olmak beni üzüyordu. Bazen kaybolan gençliğimin yasını tutuyordum. Bazen de giderek yıpranan iskeletim, gıcırdayan eklemlerim, zayıflayan göz ve kulaklarım dikkatimi dağıtıyordu. Yine de günün an be an battığının, nihai karanlığa her geçen gün daha da yaklaştığımın farkındaydım. Düşünceler'i açtım, sayfaları hızlıca taradım ve bana hitap eden bölümü buldum:

  O halde sana ait olan bu ufak zaman diliminden doğayla uyum içinde geç ve memnuniyetle tamamla yolculuğunu. Tıpkı olgunlaşan bir zeytinin, düşerken kendisini yaratan doğaya ve üstünde büyüdüğü ağaca şükran duyması gibi.       (s.199 9)


22 Nisan 2016 Cuma

Ahmet BÜKE - Gizli Sevenler Cemiyeti



   Daha önce Ahmet Büke 'nin Yüklük adlı kitabını paylaşmıştım sizlerle. İyi ki öykü yazıyor dediğim yazarlardan. 
  
 Yazarın her hafta ON8 blogunda yazdığı öykülerden derlenmiş bir kitap Gizli Sevenler Cemiyeti. 

İçindeki öyküler Ege'den, İzmir'in mahallelerinden çıkmış. Bazen hüzünlü, bazen gerçek ya da gerçek üstü ya da mizah yüklü. İçinizi Egenin sıcaklığı gibi sarıp ısıtıyor Ahmet Büke'nin öyküleri. 
Keyifle, sıkılmadan okuyorsunuz ve bir daha okuma isteği de uyandırıyor insanda.
  
Yazar Alnı Mavide ile (2008) Oğuz Atay Öykü Ödülü'nü, Kumrunun Gördüğü ile (2010) Sait Faik Hikaye Armağanı'nı, Mevzumuz Derin ile (2013) Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği'nin Yılın Gençlik Romanı ödülünü, İnsan Kendine De İyi Gelir ile (2015) Dünya Kitap Yılın Telif Kitabı Ödülü'nü almıştır.
    
  Kitaplarımla aramdaki bağı kitaplarıyla  bütünleşen okurlar tahmin edebilir, maddi değerinin çok üstünde bir bağ. Manevi, edebi bir bağ. Tıpkı iyi bir okurla tanıştığınızda kurulan edebiyat akrabalığı gibi bir şey. 
Bu öykü kitabını benim için imzalayan Ahmet Büke'ye, imzalatarak bana gönderen İzmir'deki Yerdeniz Kitapçısına çok teşekkür ederim.

Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar:


  Arap Hatçam Teyze bizim kırıklarımızı, çıkıklarımızı iyi ederdi. Bir de, mart güneşi kadınları karartmasın diye ördüğü bileziklere dua okurdu. Mart gelince ilk o takar çıkardı ortalığa.Sonra bütün kadınlar, hatta Kız Mahmut Abi de koluna takardı okunmuş halkaları. Böylece herkes, kaba eti kadar beyaz kalırdı yaz boyunca. (s.44 )


  İzmir'de bütün acıları ve sevinçleri çabuk unuturuz biz. Çünkü insanın zamanı dikey uzar. Geriye dönmeye müsait değildir. Yükselip kaybolmaya meyillidir.Hiçbir şeyi biriktiremeden ölür  gidersiniz. Ama misal, kediler için zaman yataydır. Dolayısıyla onlar hep anılarını yan yana dizer, sık sık eskiye bakarak ürker ya da gülümderler. Kokuları ve yüzleri de -galiba bu yüzden- hiç unutmazlar. (102 )




21 Nisan 2016 Perşembe

Murat GÜLSOY - Baba, Oğul ve Kutsal Roman

 


  Murat GÜLSOY, Psikoloji ve Mühendislik eğitimi almış, halen Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
  Arkadaşlarıyla Hayalet Gemi dergisini çıkarmış, Bu Kitabı Çalın'la 2001 Sait Faik Hikaye Armağanını, Bu Filmin Kötü Adamı Benim ile 2004 Yunus Nadi Roman Ödülünü, Baba Oğul ve Kutsal Roman ile 2013 Notre Dame De Sion Ödülünü, Gölgeler ve Hayaller Şehrinde romanıyla da  2014 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü almıştır.

 Bitirdikten sonra tekrar başa dönüp biraz daha okusam dedirten bir roman.

  Yaşamla bağını adeta kesmiş, kendine bakmayan, adı belli olmayan bir yazarın gözaltına alındığı sürede geçmişte yaşadığı olaylarla bugünün bağını kurmaya çalışırken yazarın iç dünyası, bilinçaltı o kadar güzel aktarılmış ki.. Bazen Yüzüklerin Efendisi'nin Gollum'u, Bazen Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ının Olric'i de iç ses olarak mizahi bir tad bırakıyor. Rüyalar gerçeklerle ustaca harmanlanıyor.Tanpınar gibi muhteşem bir yazara, Oğuz Atay'a, Borges'a, Nabokov'a...  ve başka yazarlara da yer veriliyor zaman zaman.

 Kısaca, dolu dolu, harika bir roman, okunmalı, okunmalı...

Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar:


  Nabokov' a da ilham veren talihsiz Poe' nun esrarlı meleği Anabella Lee' ydi. belki benim de böyle bir ilham meleğine ihtiyacım vardı. Yıllardır yazamıyor oluşumun ardında böyle bir eksiklik olmalıydı. Az önce içine girdiğim mutluluk anları çabucak dağılmıştı. Şimdi beyaz bulutlar tatsız anıları çağırıyordu.  (s.32 )


  Bizim göklerde beyaz pamuk bulutlar uçarı. Neşeli gibiydim neredeyse. Demek henüz dibe vurmamış ruhsal çöküntü. Ruhum devlet binası gibi zaten. İlk sarsıntıda kolonlar kirişlerden ayrılıyor. Kum yerine çakıltaşı koymuşlar, nereden kar edeceklerini şaşırmışlar.  ( s. 222 )



  

20 Mart 2016 Pazar

Barış BIÇAKÇI - Seyrek Yağmur






   1966 Adana doğumlu Barış BIÇAKÇI' nın  şiir kitaplarından sonra Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, Veciz Sözler, Aramızdaki En Kısa Mesafe, Baharda Yine Geliriz, Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, Sinek Isırıklarının Müellifi, Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı kitapları  yayımlanmıştır.

  Daha önce sizlerle '' Bizim Büyük Çaresizliğimiz'' ve ''Aramızdaki En Kısa Mesafe''  adlı kitaplarını paylaştığım Barış Bıçakçı'nın beş yıl aradan sonra yazdığı Seyrek Yağmur'la Rıfat'ın dünyasına konuk oluyoruz.

Okuması rahat ancak kitabın belli bir kurgusu yokmuş gibi geldi bana. Rıfat çeşitli başlıklar altında bazen iç sesini konuşturuyor, bazen bir şeyler anlatıyor.

 Sonuç olarak; nasıldı? diyenlere yanıtım; '' Rıfat diye biri işte!'' 
Barış Bıçakçı'dan beklentim fazla olduğundan  keşke daha iyi kurgulansaydı, bölük pörçük yazılmış hissi uyandırmasaydı diyorum..
 
İletişim Yayınlarından yayınlanan kitap 100 sayfa.


******

Kitaptan Alıntılar:


  Her ironi bir hayal kırıklığını gizler, diye düşünüyor Rıfat. Koşup da yetişememeyi, uzanıp da tutamamayı gizler. (s.30)


  Çocukken Rıfat'ın gördüğünde nefesini tutup etrafını kolaçan ettikten sonra hızla ceplerine doldurduğu hayat, yaşlılığa doğru giderken ele gelmez, anlaşılmaz bir şeye dönüşmüş. Tecrübe bir işe yaramıyor, çünkü tecrübenin nereden neyi yansıtacağı belli olmayan sayısız parlak yüzeyi, artık eylemlerin ve düşüncelerin de yansılarını üretiyor, hatta duyguların bile. (s. 40)



  

26 Şubat 2016 Cuma

Orhan PAMUK - Kırmızı Saçlı Kadın



2006 yılında Nobel Ödülünü alan Orhan Pamuk'un en son Masumiyet Müzesi' ni okumuştum.
 Kırmızı Saçlı Kadın yazarın son romanı.

Kolay okunuyor. Ancak kitabın beklentimi karşılamadığını söyleyebilirim. Romanın kurgusunda Sophokles' in Kral Oidipus' u ile Firdevsi' nin Rüstem ve Sührab' ı ile paralellik yaratılmaya çalışılmışsa da, zorlama olmuş, ben tad alamadım. Bir de romanların kıyısına köşesine sıkıştırılmış siyasi, sosyolojik genellemeler yapılıp göya mesaj verilmeye çalışılması da bana itici geliyor. Maalesef bazı yazarlar da bunu yapıyor!

Kuyuculuk gibi kaybolmuş bir mesleği tanımak ve Mahmut Usta'nın kuyu kazdığı kitabın ilk bölümü, çırağı Cem'in duyguları güzel yansıtılmış. Kitabı okuduktan sonra kuyulara farklı gözle bakacağınız mutlak.

Orhan Pamuk sevenlere tavsiye ediyorum, ben yazarın uzun yıllar önce yazdıklarından daha çok tad alıyorum, Sessiz Ev okuyacaklarım arasında sırasını bekliyor.

Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar:


Cırcırböceklerinin hiç kesilmeyen ve tek ses gibi işittiğimiz vızıltısı vardı. Bu incecik sesin altındaki derin ve belirsiz uğultu otuz kilometre uzaktaki İstanbul'un homurtusuydu. Bu uğultuyu ilk geldiğimizde işitmemiştim. Bu sesin üzerine başka sesler düşüyordu: Kargaların, kırlangıçların ve tanımadığım sayısız kuşun kimisi haykırır gibi, kimisi yalvarır gibi, kimisi şikayetçi bir edayla çıkardığı sesleri dinliyorduk; ....... (s.44 )


Çadıra dönünce gene ağlamaya başladım. Son bir ayda Mahmut Usta ile paylaştığımız her şey bana şimdi dayanılmayacak kadar hüzün veriyordu. Çaydanlık, yüz kere okuduğum eski gazete, ustamın üstten bantlı plastik lacivert terlikleri, ustamın kasabaya inerken giydiği pantolonun kemeri, ustamın çalar saati...  (s.84 )

19 Şubat 2016 Cuma

David LEAVITT - Otel Francfort

   



  Son günlerde keyif aldığım kitaplar üst üste gelince daha tempolu okumaya başladım yine.

Otel Francfort' u beklentimin üstünde buldum. Roman 1940 Portekiz'inde, Lizbon'da geçiyor. Büyük savaştan kaçan binlerce göçmen gibi Amerikalı Pete ve Julia Winters ile Edward Iris Freleng çiftinin Amerika'ya gidecekleri gemiyi beklerken birbirleriyle tanışıp yakınlaşmaları, o dönemin atmosferinde evliliğin, aşk ve cinselliğin farklı yaşanması çarpıcı anlatılmış.

Okunmaya değer, bir anda romanın atmosferi sarıyor insanı.

Her zamanki gibi yazarın diğer yazdıklarını merak ediyorum ama elimde okunma sırasını bekleyen ve postada olup elime ulaşacak o kadar çok kitap var ki..

Sizlere keyifli okumalar.


******


Kitaptan Alıntılar :


  Nerede tanışmıştık... Şunu belirtmeliyim ki onunla tam olarak nerede tanıştığımızı hayatta anımsayamam; tek bildiğim, bir konferans, bir resital ya da bir şiir dinletisinden sonra düzenlenen resepsiyon sırasında gerçekleşmiş olduğu. Yirmili yılların New York'unda konferanslar, resitaller ve şiir dinletileri, kendisini huzursuz hisseden ve ne yapacağını bilemeyen amaçsız kitlelerin özellikle ilgi gösterdiği ortamlardı; ben de her iki topluluğun resmi üyesi gibiydim. ( s. 38 )


Yahudiliğinden, New York'taki yaşantısından vazgeçtiği gibi ya da modası geçmiş bir elbiseyi çıkarıp atar gibi
sıyrılıp kurtulamaması, karımı sanırım büyük bir düş kırıklığına uğratmıştı. ( s. 57 )



16 Şubat 2016 Salı

Simone De BEAUVOIR - Moskova' da Yanlış Anlama



İyi ki okumuşum! 

Bunu hissetmek ne güzel bir duygu.. Araştırarak, kendimce sınıflandırarak, edebi değeri olan kitaplar seçip okumaya çalışıyorum.

 Beğenime uyacağını düşünerek ''iyi okur'' arkadaşımın armağanı Moskova'da Yanlış Anlama. Ne kadar makbule geçti.

Feminist yazar Simone de Beauvior 1908-1986 yılları arasında yaşamış, Varoluşçuluğun kuramcısı Jean Paul Sartre ile aşkları ise  dünyada en fazla merak edilen ilişkilerden biri olmuştur.

Bu uzun öyküde emekli öğretmen Andre ve Nicole'ün Andre'nin ilk evliliğinden olan kızı Macha'nın yanına, Sovyetler Birliğine yaptıkları seyahat sırasında yaşadıkları yanlış anlamanın krize dönüşmesi, ilişkilerinde kırılma noktasına gelmeleri her ikisinin bakış açıları ve iç sesleriyle öyle güzel anlatılmış ki..  Gençlerin yaşlılığı anlayabilmelerine bile yardımcı olacak bir uzun öykü. 
Yaşı ileri olanlar ise okuyacak, düşünecek, sorgulayacak zaman zaman.

YKY tarafından 2014 yılında yayımlanan kitabın elimdeki 2. baskısı  ve 84 sayfa.

Keyifli okumalar..


******


Kitaptan Alıntılar:


Genç kalmak hayatiyetini, neşeni, akıl sağlığını korumak demektir. O zaman, yaşlılığın payına düşen de alışılmışın dışına çıkmamak, sızlanıp durmak, beyni sulanmışlık oluyor. (s.37 )


''Seksen üç yaşında insanın bir geleceği yoktur; bu da şimdiki zamanın  bütün güzelliğini alır götürür.''  (s.42 )


Zaman okyanusunda daima yenilenen dalgaların dövdüğü, yerinden oynamayan ve yıpranmayan bir kayaydı o. Şimdiyse akıntı onu sürüklüyordu, ölümün kıyısına vurana kadar da sürükleyecekti.
Hayatı trajik bir şekilde hızla geçip gidiyordu. Buna karşılık onun saat saat, dakika dakika,damla damla içi çekiliyordu. (s.56 )



                                              (Simone De Beauvoir, J.Paul Sartre, Che )







10 Şubat 2016 Çarşamba

Antonio TABUCCHI - Pereira İddia Ediyor




  1943  doğumlu İtalyan yazar Antonio TABUCCHI, Fernando Pessoa'ya olan hayranlığı ve yazarın eserlerini ana dilinde Portekizce okuma isteği nedeniyle Portekiz dili ve edebiyatına yönelmiştir.

   Çeşitli üniversitelerde ders vermiş, eserleri kırktan fazla dile çevrilmiştir, pek çok da ödül almıştır.
''Pereira İddia Ediyor'' Tabucchi' nin okuduğum ilk kitabı. Fernando Pessoa seven bir okur olarak Tabucchi' nin yazdığı ''Fernando Pessoa'nın Son Üç Gününü'' okumak isterim. Aslında Tabucchi'den birkaç kitap okuyup fikir sahibi olmam daha doğru olur.

   Gelelim kitabımıza; Can Yayınları tarafından 2005 yılında yayımlanan roman 167 sayfa. Yazarın anlatımını, belli aralıklarla cümlelerini ''Pereira iddia ediyor'' diye bitirmesini başta yadırgadım ancak okudukça kitapla aramda sıcak bir bağ oluştu.

  Bir akşam gazetesinin kültür sayfasını hazırlayan Pereira, ölmüş hatta henüz ölmemiş yazarların ölüm yazılarını özenle hazırlayan, yalnız ve geçmişiyle, anılarıyla yaşayan bir gazetecidir. Monteiro Rossi ve sevgilisi Marta ile tanışması onu içsel bir olgunluğa, acılarla yoğrulmuş bir bilinçlenmeye götürür. Romanın 1938 Lizbon' unda , İspanya'da iç savaşın, İtalya'da faşizmin, Portekiz'de Salazar diktatörlüğünün hüküm sürdüğü dönemde geçmesi de ayrıca kitabı okunası kılıyor.
   
Keyifli okumalar...


******


Kitaptan Alıntılar:


  İspanya'da çok uzakta, dedi Silva, biz Portekiz'deyiz. Öyle ama burada da işler o kadar iyi gitmiyor, polis aklına eseni yapıyor, insanları öldürüyor,arama tarama var, sansür var, baskıcı bir devlet bu, insanların beş paralık değeri yok, kamuoyu hiçe sayılıyor. Silva ona bakıp çatalını bıraktı. Dinle beni Pereira, dedi. Hala kamuoyuna inanıyor musun? Kamuoyu Anglosaksonların, İngilizlerin ve Amerikalıların uydurduğu bir şeydir....  (s.50)


Kendinizi geçmişe yansıtarak yaşıyorsunuz, hala otuz yıl öncesinde Coimbra' daymışsınız, karınız da yanı başınızdaymış gibi, böyle yapmayı sürdürürseniz, bir çeşit anı fetişisti olursunuz, belki de karınızın resmiyle konuşmaya başlarsınız. Pereira peçeteyle ağzını sildi, sesini alçaltarak lafa karıştı: Yapmaya başladım bile Doktor Cardoso, Doktor Cardoso gülümsedi.  (s123 )


30 Ocak 2016 Cumartesi

Nikos KAZANCAKİS - Zorba





« Hiçbir şey ummuyorum; hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm. »

  Yunan yazar Nikos KAZANCAKİS' in mezar taşında yazan bu söz, Zorba'nın yaşam felsefesi aynı zamanda.

  Kazancakis 1883-1957 yılları arasında yaşamış. Zorba yazarın olgunluk dönemi eseridir. Kilise tarafından aforoz edilen eseri ''Günaha Son Çağrı'' ise yazarın okumak istediğim diğer bir romanı.

  Kazancakis'in övgüsünü çok duymuştum, haklı övgülermiş. Harika betimlemeleri, güçlü anlatımıyla kitabı elimden bırakamadım. Girit Adasında romanın anlatıcısı olan yazarın ve linyit madeninde ustabaşı olarak işe aldığı Zorba'nın yanıbaşında hissettim kendimi.

  Mutsuz, beklentisiz bir yazarın orta yaşlı Zorba'nın yaşam ve insan sevgisinden, yaşam felsefesinden adım adım etkilenişi çok güzel aktarılmış. Yaşamdan keyif almanın, yaşayanları sevmenin ön koşulunun olmadığını siz de hissedeceksiniz.

 Sinemaya da aktarılan eser, üç dalda Oscar almış,filmin müziklerini de  Mikis Theodorakis yapmıştır. Kitabı kadar filmi de, müziği de izlenesi, dinlenesi..

İyi  bir kitap okuyayım diyorsanız Zorba'yı geç kalmadan okuyun, benden söylemesi.


******


Kitaptan Alıntılar:



  Linyitler, zarar ve karlar, Bubulina'lar, hepsi yok olmaktaydı. Haykırış hepsini alıp götürüyordu, artık hiçbir şeye gereksinmemiz yoktu; ikimiz de Girit'in ıssız kıyısında, göğüslerimizin üzerinde hayatın bütün acısını ve zevkini taşıyorduk, acı ve zevk yoktu, güneş sallanıyordu, gece yaklaşıyor, Büyükayı gökyüzünün hareketsiz çevresinde raks ediyordu, ay yükseliyor ve korkuyla iki küçük canlının kumsal üzerinde şarkı söyleyip kimseden korkmadıklarını seyrediyordu. ( s.181 )


  Yani akıllandım artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır, şu kötü. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk! Hepsi bir benim için. Şimdi, iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça da, buna bile bakmamaya başladım. Ulan, ister iyi, ister kötü olsun be! Hepsine acıyorum işte... Boş versem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onunda tanrısı karşı tanrısı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek... Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz  be...  (s.257)




28 Ocak 2016 Perşembe

Size bir şey söyleyeyim mi ? - Okşan AYBAŞ



Sevgili Kitapça Yaşayanlar Merhaba..

Bir süredir paylaşımlarım seyrekleşti biliyorum..
Bloğumda yüz seksen civarında kitabın tanıtımını yapmış olmam etkenlerden biri.
 Bir de, okuma hızımı normale çektiğim, okuduğum her kitabı da paylaşmadığım günlerdeyim.

 Bir yıldır farklı coğrafyada Karadenizde yaşıyorum. Halkının hareketliliği beni de etkiledi sanırım. İş hayatıma ilaveten bazen zorunlu, bazen keyfi seyahatler derken zaman daha hızlı geçiyor. (Yukarıdaki fotoğraf yanıltmasın, Akdeniz'de Girne'den)

Zaman hızlı geçiyor derken Nietzche'nin yaşamı sorgulayan, zamanın değerini vurgulayan Hayat şiirinden bir bölümü hatırlayalım;
.......
.......
Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm, cehennemi de. 
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de. 
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum 
Oynadım. Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım. 
Kendi kendime konuştum bazan evimde, hem kızdım hem güldüm halime 
Sonra dedim ki söz ver kendine; 
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin, 
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin, 
Uçmayı biliyorsan, düşmeyi de bileceksin, 
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin. 
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım. 
Öyle değerliymiş ki zaman, Hep acele etmem bundan. 
Anladım

Yaşam güzel, değerli..

Geçen yılı düşündüğümde Şubat ayında yazar Sibel K. TÜRKER'le buluşmamız benim için yılın en güzel zamanlarından biriydi. Hayranı olduğum yazarı tanımak, sohbet etmek çok keyifliydi. Geçen yıl okuduklarımdan

2015 te iyi ki okumuşum dediklerim;

* Hayatı Sevme Hastalığı - Sibel K. TÜRKER

*Sevgili Arsız Ölüm - Latife TEKİN

*Zorba - Nikos KAZANCAKİS

*Beş Sevim Apartmanı- Mine SÖĞÜT

*Bir Gözyaşı Bir Gülümseme - V. Ahsen COŞAR

*Ateş Etme Silahsızım - Hakkı İNANÇ

*Kambur - Şule GÜRBÜZ

Benden şimdilik bu kadar.

 Keyifli okumalar..

Hoşçakalın.                                                  
                                                                                         Okşan AYBAŞ