5 Eylül 2014 Cuma

Sait Faik ABASIYANIK - Havuz Başı

         





1952 yılında Varlık Yayınları tarafından yayımlanmış Havuz Başı adlı öykü kitabının elimdeki Haziran 2013 basımı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanmış.

Öykü deyince, Türk Edebiyatında öykünün  babası dediğimiz Sait Faik'i anmamak, okumamak olmaz.

 Sait Faik okurken, onunla birlikte yürürüm Burgaz Ada'nın patikalarında. Gamsız gamsız. martıları, ağlarını atan balıkçıları izlerim usul usul keyifle...

Havuz Başı'ndaki  öyküler Burgaz Ada'dan uzak. Yirmi üç tane birbirinden farklı öykü. Kimileri deneme yapısında. Bir yazarı tanımak için birden fazla kitabını okumayı tercih ederim. Sait Faik'in de bugüne kadar okuduğum öykülerinden farklı öykülerini okumakla  onu biraz daha fazla tanıdım. Aslında öykülerin 1947 ve o yıllara yakın tarihlerde yazıldığını bilmek, tarihe tanıklık etme duygusu yaşattı bende. 

1955 yılından bu yana yazar adına her yıl verilen ''Sait Faik Hikaye Armağanı,'' ülkemizin prestijli ödüllerindendir. 2014 yılında ödülü Mahir Ünsal Eriş ''Olduğu Kadar Güzeldik'' adlı kitabıyla almıştır.

Sait Faik'le ilgili beni en etkileyen şey, yazarın vasiyetiyle, kitaplarının telif gelirlerinin Darüşşafaka Cemiyetine, maddi olanakları yetersiz, annesi ya da babası olmayan çocukların dokuz yaşından itibaren eğitimine katkıda bulunmak üzere verilmesidir.

Öykücülüğümüzün nereden nereye geldiğini anlamak için bile okumaya değer...


******


Kitaptan Alıntılar:


Sizi bekliyorum. Sizi göreceğim; içimde bir şey koşacak. Siz görmeden geçeceksiniz. Ben kederle sevinci duyup dalacağım aleme. Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım. Sonra çarşılardan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım.
Herkes geçti, siz geçmediniz. Yüzünüzü göremedim. Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu.  (Havuz başı adlı öyküden.  s.1 )


İstanbul pazar günleri tenhalaşır yaz sıcaklarında. Beyoğlu'ndan üç dört yorgun, ağır ağır geçer; üç beş çocuk sinemalara dalar. Sıcaktan börtmüş, siyahlar giymiş iki madama kiliseden çıkmış eve döner. İki dünyasından geçmiş emekli, bir kıraathanenin camları arasında uyuklar. (Yüksekkaldırım adlı öyküden. s. 49 )


İşte böyle bir serseri, bir gece Gülhane Parkı'nda kalır. Bekçiler güneşin batmasıyla beraber düdüklerini öttürür. O hintkirazı ağacının altında  uyumuştur. Uyanır ki aysız, yıldızlı bir gece saçlarının üstünde. Ağaçtan, kediden, rüzgardan ürker. İçine evler, çorbalar, aileler, hasretler yapışır yapışır kalkar. Tekrardan bir türlü uyku tutmaz. Sessizce hışırdayan yollarda yalnızlığıyla beraber birini gezdirir gibidir. Canı bir el tutmak ister. (Parkların Sabahı, Akşamı, Gecesi adlı öyküden. s.116  )



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder