29 Ekim 2014 Çarşamba

Peyami SAFA - Fatih-Harbiye



  Geçen yıl Kasım ayında Peyami Safa'nın 9. Hariciye Koğuşu'nu uzun yıllar sonra tekrar okuyup sizlerle paylaşmıştım. Fatih-Harbiye adlı romanını ise maalesef yeni okuyabildim.
Televizyon ve dizi izlemekten hoşlanmadığım için dizi olarak da yayınlanan bu eserin aslı ile ne kadar uyumlu olduğunu bilemiyorum.

  Biraz Peyami Safa'yı  tanıyalım;
Peyami SAFA (1889-1961) yıllarında yaşamış, edebiyat dünyasında Server Bedi takma adını da kullanmıştır. Babası, Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'dır. Babasının sürgün gönderildiği Sivas'ta vefatı üzerine Peyami Safa ''Yetim-i Safa'' adıyla anılmıştır.

  Geçim sıkıntısı nedeniyle öğrenimini yarım bırakmış, çeşitli işlerde çalışmış, öğretmenlik, gazetecilik de yapmıştır. Para kazanma kaygısıyla yazdığı makale ve kitaplarında Server Bedii takma ismini kullanmıştır.

  Fatih-Harbiye'de yazar medeniyetin toplumda yarattığı bocalamayı, nesiller ve sosyal çevreler arasındaki çatışmayı, ahlaki çöküşü öyle güzel işlemiş ki... Romanı başarılı kılan da olaydan çok Peyami Safa'nın yaptığı tahliller bence.

  Türk Edebiyatının klasiklerinden olan Fatih-Harbiye'yi okumanızı öneriyorum.


******


Kitaptan Alıntılar:
 

Neriman düşündü ve bir anda şarklıların kedileri ve garplıların köpekleri niçin bu kadar çok sevdiğini anladı. Hristiyan evlerinde köpek ve Müslüman evlerinde kedi bolluğu şundandı: Şarklılar kediye, garplılar köpeğe benziyorlar! Kedi yer, içer, yatar, uyur, doğurur; hayatı hep minder üstünde ve rüya içinde geçer; gözleri bazı uyanıkken bile rüya görüyormuş gibidir; lapacı, tenbel ve hayalperest mahluk, çalışmayı hiçsevmez.  (s.48 )


İkisine de mazi hakimdi. Hep geçen günleri düşünerek yürüyorlardı. Bir kibrit alevinin muvakkat ışığında görünüp kaybolan eşya gibi, birçok hatıralar parlayıp sönüyordu. Şinasi bu hatıralara dalarken her vagonun penceresinde bildik bir baş gülümseyen şimendifer katarının hızla geçmesi karşısındaki hissi duyuyordu: Bu bildikler, çoğu aziz dostlar ve hep aziz dostlar, mendil sallayarak uzaklaşıyorlardı ve bir daha dönmemek üzere uzaklaşıyorlardı.   (s.70)


Bütün Fatih uykuda. Otomobil, uyuyan bir adamın genzine kaçan sinek gibi, karanlık sokakların derin sükununu gıcıklıyor... Bu saatte, Fatih'in simsiyah büyük şiltesi üstünde, arzular, büyük hırslar, insanlar, hayvanlar ve taşlar, yekpare bir külçe halinde, szmış gibi, ayrılmayacakmış gibi, dirilmeyecekmiş gibi uykuda.  (s.130)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder