23 Mart 2014 Pazar

William GOLDING - Sineklerin Tanrısı







Nobel ödüllü İngiliz yazar William GOLDING 'in ünlü romanı Sineklerin Tanrısı, yazarın ilk romanı olup, 1954 te yayımlanmıştır. Daha sonra, 1963 ve 1990 yıllarında iki kez peyaz perdeye aktarılmışsa da, ben filmini izlemeyenlerdenim!

William Golding, yazmaya başlamadan önce öğretim görevlisi, oyunculuk yapmış, Kraliyet donanmasında da bulunmuştur. 1983 yılında Nobel Edebiyat ödülü alan yazarın Kule ve Çatal Dil , Deniz Üçlemesi, Piramit de dahil olmak üzere on iki kitabı yayımlanmış, 1993 yılında vefat etmiştir.

Benim elimdeki İş bankası Kültür Yayınlarının Ocak 2014 teki  yirmi dördüncü basımı, Mina Urgan çevirisi ve 261 sayfa.

Çocukken okuyup yaşamımızda iz bırakan klasikler vardır. 80 Günde Devrialem, Denizler Altında 20.000 Fersah, Mercan Adası... gibi.
Sineklerin Tanrısı'nda da Mercan Adası'yla benzerlikler var gibi görünüyorsa da, bir o kadar da farklı içerikte.

II. Dünya Savaşı'ndan sonraki atom savaşı sırasında altı- on iki yaşları arasındaki bir grup çocuk güvenli bir yere götürülürken, bindikleri uçak bir saldırıya uğrar ve çocuklar bir mercan adasına düşer. 
Çocuklar önce aralarından  bir lider seçerek adada grup halinde yaşamaya başlarlar.
 Uygar dünyanın çocukları adada yalnız yaşamaya başlayınca önce tatildeymiş gibi hissetmişlerse de, zaman içinde grup iki ayrı klana, liderlik  ruhu ise adeta mutlak tahakküme dönüşmüştür.
 Artık iyi çocuklar kaybolmuş, saklı kalan vahşi ruhlar ortaya çıkmıştır.

Kitap akıcı ve kolay okunuyor, ancak, okurken basit bir mercan adası macerasının ötesinde insanı düşünmeye sevk eden, küçücük çocukların vahşileşmesine tanık olurken, insanın gerçek doğası  bu mu diye soru işaretiniz olacaktır...


******


Kitaptan Alıntılar:


Ufukta incecik bir hilal yükseldi.Öyle inceydi ki, suya tam yansıdığı zaman bile aydınlık bir iz bırakmıyordu. Gel gelelim gökyüzünde başka ışıklar da  vardı o sırada. Bu ışıklar, hızla kımıldıyorlar, yanıp sönüyorlar, on mil yükseklerde sürüp giden savaştan en hafif bir ses bile duyulmadan yok oluveriyorlardı. (s.113 )


Bitmez tükenmez bir şafak, yıldızları söndürdü;  sonunda kül rengi, dertli bir aydınlık barınağa sızmaya başladı. Barınağın dışındaki dünya hala aklın alamayacağı kadar tehlikeli olduğu halde, çocuklar kıpırdamaya başladılar. Karanlığın çıkılmaz dehlizlerinde, uzak yerler ve yakın yerler belirmeye başladı. Gökyüzünde, ta yükseklerde, küçük bulutlar renklenip ısınır gibi oldu. (s.118 )


Bir yerlerde, dünyanın kararan kıvrımının ötesinde, güneşle ay, dünyayı çekiyorlardı. Sağlam toprak dönerken,dünyayı kaplayan su tabakası, bir yana doğru hafifçe kabarmaktaydı. Gelgitin büyük dalgası, adanın üstünde ilerledi; sular kabardı. (s.188 )


Yangın, kumsalın yanındaki hindistancevizi ağaçlarına vardı, gümbür gümbür kemirip yuttu onları. Yangının bir parçası değilmiş gibi davranan bir alev, cambaz gibi sıçradı, iskele biçimindeki büyük kayanın üstündeki ağaçların tepesini yaladı. Gökyüzü kapkaraydı. (s.246 )



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder