26 Şubat 2014 Çarşamba

Yusuf ATILGAN - Anayurt Oteli




İlk basımı 1973 yılında yapılan Anayurt Oteli, sinemaya da aktarılmıştır.

Yusuf ATILGAN, 1921- 1989 yılları arasında yaşamış, Manisa doğumludur. Yazarın diğer eserleri; Aylak Adam, Canistan, Bodur Minareden Öte, Eylemci, çocuklar için ise Ekmek Elden Süt Memeden'dir.

Roman, YKY tarafından yayımlanmış, elimdeki 22. basımı ve 108 sayfa.

Yazarın dili sade, akıcı bir roman.

Anadolu'da tren istasyonu da bulunan küçük bir kasabada Anayurt Oteli'nde katip olarak çalışan Zebercet'in adı gibi davranışları da tuhaf. Otelde ortalıkçı bir kadın da yaşamakta ise de; birbiri ardına aynı şekilde tekrarlanan günler Zebercet'i her geçen gün daha da  yalnızlaştırmaktadır.
Bir gece otelde kalıp giden, adını bile bilmediği bir kadının ardından ise yalnızlık duygusu psikolojik yabancılaşmaya dönüşür ve Zebercet bir cinayet işler.

Zebercet yaşama yeniden dönmeyi başarabilecek mi kitabı okuyanlar öğrenecek-belki de filmi seyredenler!


******


Kitaptan Alıntılar:


İlkokulu bitirdiği yaz sünnet oldu. Gene o yaz anası öldü. ortaokula göndermedi babası; askere gidinceye değin sekiz yıl birlikte çekip çevirdiler oteli. Askerliğini bitirip geldikten iki ay sonra öldü babası; otel başka ellere düşmesin diye onun dönüşünü bekleyip de ölmüştü sanki. Altmış üç yaşındaydı. Bir ilk yaz sabahı yarımay biçimi yüksek masanın arkasındaki koltukta otururken öldü. (s.14 )


Ankara treni geçtikten yarım saat sonra dış kapıyı demirleyip kilitledi. Gecikme üç saat değil iki saatti. Salonun ışıklarını söndürdü; odaya girdi. Salı gecesi menteşeleri yağlamıştı. Dün gece çok az kalmıştı odada; havluya yaklaşırken dönüp çıkmıştı.  Yürüdü; yatağın yanında başucu masasının önünde durdu. O gece şuracıkta yatağın kıyısında oturuyordu kadın: kara kazağı, iri yuvarlaklı gümüş kolyesi. (s.37 )


Masa ara sıra belli belirsiz titriyordu. İpi boynuna geçirdi; düzeltti. Tam o sıra dışarıdan birkaç arabanın korna seslerini duydu; başka araçlar da katıldılar buna; kornalar, tren düdükleri,fabrika düdükleri arasız, kesintisiz ötmeye başladılar. Neydi bu? Kulakları mı uğulduyordu? Yoksa dışarının, başkalarının bir çağrısı mıydı? Yüzünü buruşturdu. Sağdı daha, her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük. (s. 108 )




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder