24 Kasım 2013 Pazar

Peyami SAFA - Dokuzuncu Hariciye Koğuşu




9. Hariciye Koğuşu'nu  İlkokuldan sonra okumuştum, o zaman ne kadar anladım, neler hissettim bilemiyorum ama bloğumda paylaşmak için şimdiki aklımla okumaktan dolayı memnunum.

Peyami SAFA (1889-1961) yıllarında yaşamış, edebiyat dünyasında Server Bedi takma adını da kullanmıştır. Babası, Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'dır. Babasının sürgün gönderildiği Sivas'ta vefatı üzerine Peyami Safa ''Yetim-i Safa'' adıyla anılmıştır.

Geçim sıkıntısı nedeniyle öğrenimini yarım bırakmış, çeşitli işlerde çalışmış, öğretmenlik, gazetecilik de yapmıştır.

9. Hariciye Koğuşu, yazarın küçük yaşlarda yakalandığı kemik hastalığının kendisinde yarattığı  fiziksel ve ruhsal etkilerle yazdığı, hastanın psikolojisini anlatan otobiyografik bir romandır. Peyami Safa'da doktorlarının kolunun kesilmesi kararını kabul etmemiştir.

Romanı okurken otobiyografik eser olduğunu bilmiyordum aynı Dostoyevski'nin Kumarbaz'ını okurkenki gibi. Her iki eseri okurken de bir hastanın, bir kumarbazın psikolojisini bir yazar nasıl bu kadar güzel anlatabilir  diye düşünmüştüm. 9. Hariciye Koğuşu'nda Peyami Safa'nın, Kumarbaz'da da Dostoyevski'nin yaşadıklarını öğreniyoruz.

Türk Edebiyatının klasiklerinden olan 9. Hariciye Koğuşu'nu okumanızı, okutmanızı öneriyorum...


******


Kitaptan Alıntılar:


Küçükler çok benzeşirler: Korku ile acının derinleştirdiği anlayışlı gözler, yaşlarına nisbetle ağır tecrübelerin kırıştırdığı ve soldurduğu manalı yüzler, tahammülün düşürdüğü başlar, ve ümit...
Muayene odasının kapısına ümitle bakarlar.
Ve muayene odasının kapısı açılır.
Beyaz gömlekli, güçlü kuvvetli adam bir tanesini işaret eder ve yüksek sesle çağırır. ( s.6 )


Bu sofa yaşlı bir insan yüzü gibidir: Evimizin bütün ruhu, kederleri ve neş'esi orada görünür, her günün hadiseleri tavana, duvarlara, döşemeye bir leke, bir çizgi, bir buruşuk ve bazan da ancak bizim görebileceğimiz gizli bir işaret ilave eder. Bu sofa canlıdır: Bizimle beraber kımıldar, değişir, bizimle beraber dağılır, toplanır, bizimle beraber uyur uyanır; bu sofa aramızda sanki üçüncü bir simadır ve güldüğü, ağladığı bile olur. (s.13-14 )


Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. yalana herşey isyan etmelidir. Eşya bile: damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan... (s.49 )




2 yorum:

  1. BU Kitabı bende ortaokul 2 de edebiyat öğretmenimizin ödevi gereği okumuştum...Güzel anlatımından sonra unuttuğumu ve bir kez daha okumam gerektiğini hatırladım.Sevgiler...Asu...

    YanıtlaSil