19 Kasım 2013 Salı

Tayeb SALİH - Kuzeye Göç Mevsimi







Okuduğum övgüler üzerine almıştım  Kuzeye Göç Mevsimini.

 Kitabın tanıtım kısmında,  2001 yılında Arap Edebiyatı Akademisi tarafından 20. yüzyılın en önemli romanı ilan edildiğini de okuyunca herhalde fazla beklentiye girerek okudum ve umduğumu da bulamadım!

Tayeb Salih, Sudanlı bir yazar ve romanın kahramanı gibi o da İngiltere'ye gitmiş, BBC de, Unesco'da çalışmış ve romanlarını kendi dilinde kaleme almıştır. Romanlarına Afrikalı Arap olarak dini ve politik kimliğini yansıtmış, Batı'da beğenilen romanları pek çok dile çevrilmiştir.

Romanın kahramanı,  yedi yıl İngiltere'de eğitim aldıktan sonra ülkesine, Sudan'daki köyüne dönmüştür.
Köyünde yaşam olabildiğine basit, gelenekler ise o kadar karmaşık ve zordur. Baskıcı geleneklerden etkilenmemek mümkün değildir, hele söz konusu olan aşk ise.

Ülkemizde de romandaki gibi  neredeyse her gün  geleneklerin ve toplumun baskısı yüzünden yaşamlarına istedikleri gibi yön veremeyen insanların dramına, işlenen cinayetlere istemeden tanık oluyoruz. Belki de bu yüzden bir batılı kadar etkilenemedim bu romandan,

Kuzeye Göç Mevsimi, farklı yıllarda, çeşitli ülkelerde cinsel içerik taşıması nedeniyle yasaklanmıştır. Romanın 1966 yılında yayımlandığını da bu arada hatırlatayım.

Bloğumda daha önce paylaştığım Güney Afrikalı yazar Nadine Goldimer'in yazdığı ''July'ın İnsanları'', Kuzeye Göç Mevsimi'ne göre beni daha çok etkilemişti , July'ın İnsanları, herkesin okuması gereken kitaplardan diye düşündüğüm için, hatırlatayım istedim.


******


Kitaptan Alıntılar:


Daha görülecek çok ufuk var, koparılacak çok meyve, okunacak kitap ve hayatın defterinde içine cesur eller tarafından canlı cümleler yazılacak çok beyaz sayfa var. (s.16 )


İşte böyle, her sene iki ayımı Nil Nehri'nin güneyden kuzeye akarken, birdenbire neredeyse dik açıyla batıdan doğuya akmaya başladığı yerin kıyısındaki o küçük köyde geçiriyordum. Burası geniş ve derindir, suyun ortasında kuşların etraflarında dolaştığı  yeşil küçük adacıklar vardır. her iki kıyıda da sık hurma ağaçları dikilidir, su dolapları döner ve kimi zaman da su pompaları çalışır. (s.59 )


Avrupa'nın endüstri  dünyasının standartlarına göre bizler yoksul köylüleriz ama dedeme sarıldığımda evrenin kalbinde bir noktaymışım gibi zengin hissediyorum. O, dalları verimli, doğanın bol su ve bereket sunduğu uzun bir meşe ağacı değil, daha çok Sudan'ın çöllerindeki sayal çalılarına benziyor, kalın kabuğu ve keskin dikenleriyle  ölümü yeniyor çünkü  çok az yaşam talep ediyor. Onun mucizesinin sırrı da bu işte, hastalıklara, kıtlığa, savaşlara ve yöneticilerin yozlaşmasına rağmen hayatta. Ve işte bugün yüzüncü yaşına yaklaşıyor. (s. 68 )


Eşyalarımı, kafamı yasladığım yandaki hurma ağacının üzeriden aldım. Burada bana yer yoktu. Neden toparlanıp gitmiyordum ki?  Bu insanları hiçbir şey şaşırtmıyor. Yollarına çıkan her şeyi kabul ediyorlar. ne bir doğuma seviniyor ne de bir ölüme üzülüyorlar. Güldüklerinde ''Allah bizi affetsin'' diyorlar, ağladıklarında ''Allah bizi affetsin'' diyorlar. O kadar. Ve ben, ben ne öğrendim? Onlar nehirden ve ağaçlardan sessizliği ve sabrı öğrendiler. Peki, ben ne öğrendim? (s.108 )

2 yorum:

  1. Ben de büyük beklentiyle okumuştum ama sizin de belirttiğiniz gibi pek de aman aman bir roman değil gibi gelmişti. Yazıldığı dönem için önemli bir eser sayılabilir belki, ama malumunuz iyi edebiyat eseri zamandan bağımsız, yıllar ve çağlar boyunca kendini okutan, var eden eserdir... On üzerinden altı veririm en fazla :)

    Elinize sağlık, güzel bir çalışma olmuş :)

    YanıtlaSil
  2. Okşan Aybaş26 Kasım 2013 11:59

    Kesinlikle aynı fikirdeyiz, Ben de herhalde yazıldığı dönemde o etkiyi uyandırmış diye düşünmüştüm, oylarımız aynı, on üzerinden altı :)
    Yorumlarınız benim için önemli, teşekkür ederim..

    YanıtlaSil