31 Ekim 2013 Perşembe

Cengiz AYTMATOV - Toprak Ana







Cengiz AYTMATOV 1928-2008 yılları arasında yaşamış Kırgız yazar. Dilimize pek çok eseri çevrilmiştir. Veterinerlik ve Tarım Okullarındaki eğitiminden sonra, Gorki Edebiyat Enstitüsünde öğrenim görmüştür.

1963 Lenin Edebiyat Ödülü'nü almış, 1992'de Rusya Federasyonu tarafından Lüksemburg Büyükelçiliğine atanmıştır.

''Selvi Boylum Al Yazmalım'' filmi de yazarın romanından sinemaya aktarılmış, Türk Sinemasının klasiklerinden olmuştur.

''Toprak Ana'' bir arkadaşımın armağanıydı, elimden bırakamadan bitirdim. Kitabın akıcı olması kadar,  138 sayfa olması da etkendi tabii.
Kısa sürede, güzel ama sarsıcı bir kitap okumak isteyenlere öneriyorum.

 Anneler dikkat; anlatım sizi öyle saracak ki, empati yapıp, Tolunay olacak, savaşa giden oğlunuzu bir an bile olsa görmek için trenin ardından koşacak, koşacaksınız...

Dünyaları toprak olan,  bir avuç buğday hasadı için onurla çalışan köylüler.
Ve katlanması zor şartlarda, savaşın acılarıyla, yokluklarıyla mücadele ederken dimdik duran insanları, kadını, anayı anlatıyor roman. 

Ana Tolunay'ın toprağıyla konuşması, dertleşmesi. 
Tolunay, eşi Savankul ile oğulları Caynak, Kasım ve Maysalbek'i savaşta kaybediyor. Önce gelini Aliman'la, sonra da torunu Canbolat'la yaşamaya devam ediyor...


******


Kitaptan Alıntılar:


''Suvankulov Kasım!'' adını duyunca ürperdim, gözlerimi sanki yakıcı bir yel yaladı geçti. Elimi şimdi daha sıkı tutan Aliman'da ''Ana!'' diye fısıldamaktan kendini alamadı. Elden ne gelirdi ki. Bu ayrılığın onun için korkunç bir şey olduğunu biliyordum ama, savaş yüzünden ve bütün bir milletin isteğiyle oluyordu bu, kimse karşı gelemezdi. (s.41-42 )


Yanımda sessizce ve sabırla ilerleyen Savankul:
- Ağla Tolganay, ağla, dedi. Dök içini. Burada kimsecikler yok. Ama bundan sonra başkalarının önünde gözyaşlarını gösterme. Çünkü sen baybişesin, evin reisi. Aliman ve Caynak'ın anasısın. Bu kadar da değil, artık kolhozda benim yerime sen ekipbaşı olacaksın. Bu görevi senden başka verebilecekleri kimse yok. (s.49 )


-Anaaa!...Alimaaaan!...
Allahım! Allahım! Maysalbek  idi bu! tam yanımızdan hızla geçiyordu. Kapı penceresinden beline kadar dışarı sarkmış, bir eliyle kapıya tutunuyor, öbür eliyle asker şapkasını sallıyordu.Bağıra bağıra bize bir şeyler söylüyor, bize veda ediyordu. Ben sadece Maysalbeek! Maysalbeek diye olanca sesimle bağırdığımı hatırlıyorum. Ama, o çok kısa zamanda , oğlumu şaşılacak kadar net bir şekilde görebilmiştim. Rüzgar saçlarını karıştırmış, kaputunun yakasını kanat gibi sallıyordu. Yüzünde ve gözlerinde hem sevinç vardı hem keder, hem acıma vardı hem de veda bakışları! Onu gözümden hiç ayırmadan koşmaya başladım. Trenin son vagonu büyük bir uğultu ve takırtıyla beni geçip gittikten sonra da traverslerin üzerinde koşmaya devam ettim. Sonra...sonra düşüp kaldım. Yolun üzerinde inim inim inliyor, ağlıyordum. Oğlum savaş meydanına gidiyordu ve ben onu, donmuş rayları kucaklayarak, sıkarak uğurluyor, veda ediyordum! (s.61 )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder